Thursday, October 19, 2006

V. HAFTA - TİCARİ İŞ & FAİZ

T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2002/4-174

K. 2002/259

T. 3.4.2002

• YAYIN YOLUYLA KİŞİLİK HAKLARINA SALDIRI ( İstenen Manevi Tazminata Uygulanacak Faizin Belirlenmesi )

• MANEVİ TAZMİNAT DAVASI ( Haksız Fiilin Tacir Tarafından Ticari İşletmesiyle İlgili Olarak Meydana Getirilmesi Nedeniyle Reeskont Faizine Hükmedilmesi )

• REESKONT FAİZİ ( Yayın Yoluyla Kişilik Haklarına Saldırı Nedeniyle Zarar Verenin Tacir Olması Nedeniyle Reeskont Faizi Yürütülmesi )

• TİCARİ İŞTEN DOĞAN ZARAR ( Zarara Reeskont Faizinin Uygulanması )

• TACİRİN BORCU ( Borcun Ticari Olması İçin Sözleşmeden Doğması Zorunluluğu Olmadığı Gibi Karşı Tarafın Tacir Olmasına da Gerek Olmaması )

• HAKSIZ FİİL ( Yayın Yoluyla Kişilik Haklarına Saldırının Tacir Tarafından İşlenmesi Durumunda Tacirden Reeskont Faizi İstenebilmesi )

6762/m.3, 18, 21

818/m.49

743/m.4

ÖZET : Zarar veren veya zarardan sorumlu tacir ise Reeskont/Avans faizi yürütülür. Çünkü zarar, zarar verenin veya zarardan sorumlu olanın ticari işletmesiyle ilgili bir ticari işten doğmuştur ve bu eylem kendisi yönünden ticari bir borçtur. Aksine tacir olmıyan kişinin bir ticari işletmenin bulunmadığından onun işletmesi ile ilgili bir haksız fiilden söz edilemeyecektir. Ayrıca kural olarak tacirin borçları ticaridir. Ticari borcun para niteliğinde olması ve geç ödenmesi halinde Reeskont Faizi istenebileceği açıktır. Tacirin borcunun ticari olması için sözleşmeden doğması zorunluluğu getirilmediği gibi, karşı tarafın tacir olması şartı da yasada öngörülmüş değildir. Haksız fiil tacir tarafından ticari işletmesiyle ilgili olarak meydana getirilmiş ise bu eylemden zarar gören tacir olmasa bile, uyarınca tacirden Reeskont/Avans oranında temerrüt-faizi isteyebilecektir

DAVA : Taraflar arasındaki "manevi tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda ( Beyoğlu Asliye İkinci Ticaret Mahkemesi )nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 26.10.2000 gün ve 1998/679 E. 2000/390 K. sayılı kararırı incelenmesi davalı vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin 10.4.2001 gün ve 53-3592 sayılı ilamı ile; ( ....Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.

1- Diğer temyiz itirazlarına gelince; dava, yayın yoluyla kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir. Davacı, davalıya ait televizyon kanalında aynı gün iki kez"... İtalya hükümetinin bu tutumu Türkiye'nin dört bir yanında protesto edildi. Abdullah Öcalan için dar ağaçları kuruluyor, kanlı örgüt ve lideri lanetleniyordu. Tamamen halkın insiyatifiyle İtalyan mallarına ambargo başladı. Türk halkı İtalya'nın PKK'yı destekleyen tutumu karşısında şok olmuştu. Ancak işin bir başka boyutu daha vardı. Başta Finlandiya, İsveç olmak üzere bazı İskandinav ülkeleri de PKK'ya kuçak açıyordu. Örneğin İsveç PKK'yı desteklemeyi o kadar ileri boyuta götürmüştü ki Türk Devleti İsveç firmalarının Türkiye'deki ihalelere girmesini yasaklamıştı. İşin ilginç yanı PKK destekçisi İsveç'e uygulanan bu gizli devlet ambargosu kamuoyu tarafından bilinmediği için tam manasıyla başarıya ulaşamadı. Hatta İsveç'e uygulanan gizli ambargo zamanla unutuldu ve bazı siyasetçilerin zaafı yüzünden İsveç firmalarına Türkiye'den trilyonlar kazandırıldı. İsveç'in E...... firmasıyla T..... ortaklığı bunlardan biriydi. Peki İsveçli bu firmanın Türkiye'den kazandığı paralar nereye gidiyordu. Tabi ki dolaylı yoldan PKK'ya. Türk halkı Suriye, Rusya ve İtalya'nın yüzündeki maskeleri birer birer indirmiş, uyguladığı ambargoyla İtalyan Başbakanına bile Apo teröristtir dedirtmişti. Ama İsveç ne yazık ki bu güne kadar dersin dışında kaldı: İtalyan gözlüğüne kravatına yapılan bu boykot İsveç telefonuna yapılmadı... Türk halkının yüreği işte bu yüzden bu akşam cimbom için atıyor işte bu yüzden uyguladığı ambargoyla PKK destekçisi ülkelere nasıl ders veriyorsa..." biçiminde yapılan yayının gerçek dışı olduğunu, kazandığı paraların dolaylı yoldan PKK'ya aktaran, Türkiye'ye ihanet eden kuruluş olarak tanıtıldığını, PKK'ya dolaylı olarak destek verdiğinin ileri sürüldüğünü, halkın kendisine tepki göstermesinin istendiğini yapılan yayının maç yayını ile ilgisi bulunmadığını, PKK'ya dolaylı yada doğrudan desteği olmadığını, ihalelere katılma yasağı konulmadığını belirterek 500.000.000.000 lira manevi tazminata hükmedilmesi, hükmedilecek tazminata reeskont faizi yürütülmesi ve karar özetinin yayımlanmasına karar verilmesi isteminde bulunmuştur.

Davalı ise, yayında İtalya'nın PKK'yı destekleyen tutumunun eliştirildiğini, daha önce PKK'yı desteklemiş olan ülkelere de eleştiri yöneltilmesinin amaçlandığını, İsveç'in PKK'ya maddi desteğinin herkesçe bilindiğini, İsveç ve İsveç firmalarının ihalelere girmesine devletin örtülü olarak engel olduğunu ve İsveç - PKK bağlantısının resmi makamlarca kabul edildiğini, bu nedenle halkın Italya'ya gösterdiği tepkide İsveç'in dışarıda kaldığının vurgulanmak istendiğini, davacı firmanın Türkiye'den para kazandığını, ambargo uygulanırsa İsveç firmalarının Türkiye'den para kazanamayacağını, yayında bunun anlatılmak istendiğini; bu nedenle dolaylı destekten söz edildiğini, davacının Türkiye'den kazandığı para ile İsveç'e çıkar sağladığını, İsveç'in maddi ve manevi olarak PKK'yı desteklediğini, dolayısıyla Türkiye'den sağlanan maddi çıkarın dolaylı olarak PKK'ya gittiğini, davacının PKK'ya çıkar sağladığı biçiminde yayın yapmadıklarını ileri sürerek davanın reddedilmesi isteminde bulunmuştur.

Yerel mahkemece istemin bir bölümü kabul edilerek, 50 milyar lira manevi tazminatın dava tarihinden işletilecek reeskont faizi ile birlikte davalıdan alınmasına, karar özetinin en yüksek trajlı bir gazetede bir defa ilan edilmesine karar verilmiş, karar davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Kişilik hakları hukuka aykırı olarak saldırıya uğrayan kimse manevi tazminata hükmedilmesini isteyebilir. Hakim manevi tazminatın miktarını tayin ederken saldırı teşkil eden eylem ve olayın özelliği yanında tarafların kusur oranını, sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate almalıdır. Miktarın belirlenmesinde her olaya göre değişebilecek özel hal ve şartların bulunacağı da gözetilerek takdir hakkını etkileyecek nedenleri karar yerinde objektif olarak göstermelidir. Çünkü kanunun takdir hakkı verdiği hususlarda hakimin hak ve nısfetle hüküm vereceği Medeni Kanun'un 4. maddesinde belirtilmiştir. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır.

Davaya konu edilen olayda yukarıdaki ilkeler, yayında yer alan sözler ve saldırının niteliği gözetildiğinde hükmedilen manevi tazminat fazladır. Daha alt; düzeyde manevi tazminat takdir edilmesi için kararın bozulması, gerekmiştir.

3- Borçlar Yasasının 49. maddesinde yargıcın tazminatın ödenmesi yerine diğer bir yaptırıma veya ek bir yaptırımı öngören bir karar verebileceği gibi saldırıyı kınayan bir hükümde kurulabileceği öngörülmüştür. Medeni Yasanın 4. maddesinde ise yasanın takdir hakkı tanıdığı durumlarda yargıcın somut olaydaki olguları gözeterek hak ve adalete göre karar vereceği düzenlenmiştir. Açıklanan şu düzenlemeye göre yargıcın davaya konu olan uyuşmazlıkların çözümünde, belirleyici yaptırımın türünü serbestçe takdir edebileceği ancak bu yaptırımın somut olay itibariyle hak ve adalete de uygun olması gerektiği anlaşılmaktadır. Davaya konu edilen olayda, mahkemece istenilen tazminatın bir bölümünün hüküm altına alınması ile davalının hukuka aykırı eyleminin sabit olduğu belirlenmiş, böylece hem hukuka aykırılığın saptanmış olması ve hem de yararına manevi tazminata hükmedilmekle davacının tatmin duygusu sağlanmış bulunmaktadır. Somut olayın özelliğine, haberin verilişinden bu yana uzun bir süre geçmiş bulunmasına ve Borçlar Yasasının 49/2. maddesindeki ölçüler esas alındığında ayrıca yayına da karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun görülmediğinden karar bu nedenle de bozulmalıdır.

4- Dava, niteliği gereği haksız eyleme dayalı kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir. Taraflar arasında ticari bir ilişki bulunmamaktadır. Haksız eyleme dayanan davalarda yürütülecek faiz reeskont olmayıp yasal faizdir. Yerel mahkemece anılan yön gözetilmeden hükmedilen tazminata reeskont faizi yürütülmüş olması da somut olaya uygun düşmemiştir. Bu durum da ayrı bir bozma nedenidir.... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü.

KARAR : 1- Dava, yayın yoluyla kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir.

Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile ( 50.000.000.000 ) TL. manevi tazminat, dava tarihinden itibaren yürütülecek Reeskont / Avans faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, karar kesinleştiğinde hüküm özetinin Türkiye çapında yayınlanan tirajı en yüksek 3 gazeteden birisi ile ilanına karar verilmiştir.

Yerel mahkemenin kurduğu hüküm Özel Dairesince, manevi tazminatın miktarına; hüküm özetinin ilanına ve yürütülecek faiz yönünden bozulmuş, yerel mahkemece bozma kararına kısmen uyulmasına, ancak hükmedilecek faizin Reeskont / Avans faizi olması gerektiğinden bu kısım hakkında eski kararda direnilmesine karar vermiştir.

Özel Daire ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlığın, yürütülecek temerrüt faizinin niteliği üzerinde yoğunlaştığı anlaşılmaktadır.

Doğru bir sonuca varılabilmesi için taraflar arasındaki ilişkinin ne olduğu ve buna uygulanacak hükümlerin açığa çıkarılması gerekmektedir.

Bir işin adi veya ticari iş olarak nitelendirilmesi ve bu işe hangi hükümlerin uygulanacağının belirlenmesi büyük öneme sahiptir. Ticari işin belirlenmesinde öncelikle TK.3 ve 21 maddesinin gözönünde bulundurulması gerekmektedir. TK.nun 3. maddesi uyarınca ticari iş, TK.da tanzim olunan hususlarla, bir ticarethane veya fabrika yahut ticari şekilde işletilen diğer bir müesseseyi ( bir ticari işletmeyi ) ilgilendiren bütün muamele, FİİL ve İŞLER ticari iş olarak nitelendirilmiştir. Bu düzenlemeye göre ticari işi iki grupta ele almak mümkündür.

Birinci grupta, TK.da düzenlenen bütün hususlar ticari iştir. Bunun nedeni ise TK.da düzenlenen bütün hususlar esas itibariyle bir ticari işletmeyle ilgili olduğu için kanun gereği ticari iş sayılırlar. Örneğin aslında birer haksız fiil olan Haksız Rekabet ( TK.56.vd ) ve Çatma ( TK.1216 vd ) Türk Ticaret Kanununda düzenlendiği için ticari iş sayılırlar.

İkinci grup ise, ticari işletmeyi ilgilendiren bütün muamele, FİİL ve İŞLER de ticari iştir. Bu arada TK.21/II maddesinin de açıklanması gerekir. Bu maddeye göre taraflardan yalnız biri için-ticari nitelikte olan sözleşmeler, kanunda aksine hüküm olmadıkça diğeri için de ticari iş sayılır. Bu maddenin uygulanabilmeşi için taraflar arasındaki ilişkinin bir sözleşmeden kaynaklanmış olması gerekir. Taraflar arasında doğan ilişki haksız fiil ya da sebepsiz zenginleşmeden kaynaklanıyorsa, TK.nun 21/II nin uygulanma olasılığı yoktur.

Yukarıda anıldığı gibi uygulama da bazı haksız fiiller nedeniyle ödenecek temerrüt faizinin Reeskont ( Avans ) oranı üzerinden ödenmesi konusunda kuşkuya düşüldüğü gözlenmektedir.

Bilindiği gibi TK.nun 3. maddesi ticari işletme yönünden düzenleme getirmiştir. Ticari işletmenin her türlü eylemi, başka bir anlatımla muamelesi ( sözleşme ) veya haksız eylemi ticari işletme yönünden ticaridir. Haksız fiil ticari işletmenin faaliyetinin icrası sırasında ika edilmiş olabilir. Nakliye şirketinin kamyonu, başka bir şirketin kamyonu ile çarpışmıştır. Fabrika Atık Suları veya çıkardığı zehirli dumanlar bir Ltd. Şti. tarafından işletilen sera - tarladaki tarım ürünlerine zarar vermiştir. Bu hallerde zarar veren de zarar gören de tacirdir. Bu konuda uygulamada bir duraksama söz konusu değildir. Alman ve İsviçre Hukukunda da haksız fiil dahil her iki taraf için ticari sayılan işlerden dolayı Reeskont faizi yürütüleceği benimsenmiştir ( ATK. 352 vd. İsviçre B.K.104/I II ).

Diğer taraftan uygulamaya göre bu tür haksız fiillerde zarar görenin kişiliği önemli değildir. Zarar veren veya zarardan sorumlu tacir ise Reeskont/Avans faizi yürütülür. Çünkü zarar, zarar verenin veya zarardan sorumlu olanın ticari işletmesiyle ilgili bir ticari işten doğmuştur ve bu eylem kendisi yönünden ticari bir borçtur. TK.nun 3. maddesi ticari işletmenin ika ettiği her türlü fiilden ( eylemden ) söz etmiştir. Aksine tacir olmıyan kişinin bir ticari işletmenin bulunmadığından onun işletmesi ile ilgili bir haksız fiilden söz edilemeyecektir. Ayrıca TK.21/1 maddesine göre kural olarak tacirin borçları ticaridir. Ticari borcun para niteliğinde olması ve geç ödenmesi halinde Reeskont Faizi istenebileceği açıktır. Tacirin borcunun ticari olması için sözleşmeden doğması zorunluluğu getirilmediği gibi, karşı tarafın tacir olması şartı da yasada öngörülmüş değildir. Haksız fiil tacir tarafından ticari işletmesiyle ilgili olarak meydana getirilmiş ise bu eylemden zarar gören tacir olmasa bile, TK.3 madde uyarınca tacirden Reeskont/Avans oranında temerrüt-faizi isteyebilecektir ( Bkz.Y.H.G.K. 8.3.1995, E: 1995/11-61 K: 1995/141, 23.1.2002 gün E: 2002/4-12 K: 2002/6 ).

Somut olayda, TK.18 madde uyarınca haksız fiil meydana getiren ve bu fiilden zarar gören de tacirdir. Her iki taraf için de ticari sayıları ve tarafların ticari işletmesiyle ilgili haksız fiilden dolayı TK.3 ve olay tarihinde yürürlükte bulunan 3095 sayılı Yasanın 2/3 ve bu yasayı değiştiren 4489 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınarak mahkemece davalının haksız fiilden dolayı Reeskont / Kısa Vadeli Avans faizi üzerinden temerrüt faizi yürütülmesi doğru bulunduğundan usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanması gerekmiştir.

2- Yerel mahkemece manevi tazminatın miktarına ilişkin Özel Daire bozma kararına uyulduğuna göre bu konuda işin esasına ilişkin temyiz itirazları Özel Dairesince incelenmediğinden dosyanın dairesine gönderilmesi gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) bentte gösterilen nedenlerden dolayı dava vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ( ONANMASINA ),

( 2 ) bentte yazılı sebeplerden dolayı işin esasına ilişkin davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Dördüncü Hukuk Dairesine gönderilmesine, 3.4.2002 gününde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

11. HUKUK DAİRESİ

E. 1999/1159

K. 1999/2948

T. 19.4.1999

• FAİZE FAİZ YÜRÜTÜLMESİ ( Dava Tarihine Kadar İşlemiş Olan Gecikme Faizinin Miktarının Hesaplanarak ve Harç Verilerek Müddebih Haline Gelmesi )

• GECİKME FAİZİNİN HARÇ YATIRILARAK MÜDDEABİH HALİNE GETİRİLMESİ ( Faizden Faiz Alınamayacağı Yolundaki Borçlar Kanununa Aykırılık Teşkil Etmemesi )

• FAİZ ALACAĞI DAVASI ( Alacaklının Mahkemeye veya İcraya Başvurduğu Tarihten İtibaren Borçlunun Gecikme Faizi Ödemek Zorunda Olması )

818/m.104

ÖZET : Borçlar Kanununa göre, işlemiş olan faizin ödenmesinde temerrüde düşen borçlu, alacaklının mahkemeye veya icraya başvurduğu tarihten itibaren gecikme faizi ödemek zorundadır. Dava tarihine kadar işlemiş olan gecikme faizinin miktarı hesaplanmış ve harç verilerek müddeabih haline getirilmişse, artık bu miktar için dava tarihinden itibaren gecikme faizi istemesine engel yoktur. Bu işlem, faizden faiz alınamayacağı yolundaki Borçlar Kanunundaki kurala aykırı olamaz. Bu yasal düzenleme karşısında mahkemece, harcı yatırılarak müddeabih haline getirilen işlemiş faiz alacağına dava tarihinden itibaren faiz yürütülmesi gerekirken, dava tarihinden itibaren faiz yürütülmesi yönündeki davacı isteminin reddedilmesi hatalıdır.

DAVA : Taraflar arasındaki davanın Ankara 8.Asliye Ticaret Mahkemesince görülerek verilen 14.10.1998 tarih ve 1998/380-1998/927 sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dava dosyası için Tetkik Hakimi Ayşe Altun tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, müvekkillinin davalı TYT.Bank'tan 30.5.1994 vadeli 705.000.000 lira ödemeli hazine Bonosu aldığını, bankanın 11.4.1994 tarihinde bankacılık işlemlerinin Bakanlar Kurulu Kararıyla durdurulduğunu, ancak bonoların devlet teminatında olmasına rağmen bedelinin 16.10.1995 tarihinde ödendiğini, 532 günlük geç ödemeden davalıların sorumlu olduğunu ileri sürerek bu süredeki faiz alacağı 685.000.000 liranın davalılardan müştereken ve müteselsilen, bono bedeli olan 705.000.000 lirasına yürütülecek reeskont faiziyle tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı hazine vekili, müvekkilinin kusur ve sorumluluğunun bulunmadığını, davacının banka ile vedia ilişkisinin bulunduğunu, bono bedelinin ihtirazi kayıtsız tahsil olunduğu savunarak davanın reddini istemiştir.

Diğer davalı banka vekili de davanın reddini istemiştir. Mahkemece, davanın Hazine yönünden kısmen kabulüne,davalı banka yönünden dosyanın işlemden kaldırılmasına dair verilen karar Dairemizin 28.1.1997 gün ve 1996/7439 Esas, 1997/339 karar sayılı kararı ile bozulmuştur.

Mahkemenin verdiği ısrar kararı Yargıtay Hukuk Genel Kurul kararının 10.12.1997 gün ve 1997/11-771-1042 sayılı kararı ile bozulmuştur.

Mahkemece bozma kararına uyulduktan sonra yapılan yargılama sonunda, dava konusu senetlerin davalı bankanın portföyüne girmeden komisyon alarak alım-satımına aracılık ettiği, davacı elindeki hazine bonosunun vadesi 30.5.1994 iken satışına aracılık eden davalı bankanın bankacılık işlemlerine son verilmesi, bu bankanın işlemlerini yürütmekle görevlendirilen İş Bankası'na sadece tasarruf mevduatı niteliğini haiz sigorta limiti kapsamındaki hesapların ödenmesi talimatı verilip yazışmalardan sonra ancak 11.10.1995 tarihinde ödemeye başlanılabildiği, vade tarihinden ödeme tarihi olan 16.10.1995 tarihine kadar reeskont haddinden faiz tutarının 666.205.000 lira olduğu, bono bedelinin ödenmesindeki gecikmeye davalı Hazine'nin neden olduğu gerekçesiyle davalı TYT Bank hakkındaki 26.6.1996 tarihli karar kesinleştiğinden yeniden bu davalı hakkındaki karar ittihazına yer olmadığına, davalı hazine hakkındaki davanın kısmen kabulüne 666.205.000 lira faiz alacağının davalı Hazine'den alınıp davacıya verilmesine, alacak esasen faiz alacağı olmakla faiz yürütülmesine isteminin reddine karar verilmiştir.

Kararı davacı ve davalı hazine vekili temyiz etmişlerdir.

l-Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre davalı hazine vekilinin temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

2-Davacı vekilinin temyizine gelince; Davacı, 30.5.1994 tarihli hazine bonosu bedelinin 16.10.1995 tarihinde ödendiğinden, vade ve ödeme tarihleri arasındaki işlemiş faiz alacağının reeskont oranında faiziyle birlikte tahsilini istemiştir. Borçlar Kanunu'nun 104/1 inci maddesine göre işlemiş olan faizin ödenmesinde temerrüde düşen borçlu, alacaklının mahkemeye veya icraya başvurduğu tarihten itibaren gecikme faizi ödemek zorundadır. Dava tarihine kadar işlemiş olan gecikme faizinin miktarı hesaplanmış ve harç verilerek müddeabih haline getirilmişse, artık bu miktar için dava tarihinden itibaren gecikme faizi istemesine engel yoktur. Bu işlem, faizden faiz alınamayacağı yolundaki BK.nun 104/son maddesindeki kurala aykırı olamaz. Bu yasal düzenleme karşısında mahkemece, harcı yatırılarak müddeabih haline getirilen işlemiş faiz alacağına dava tarihinden itibaren faiz yürütülmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile dava tarihinden itibaren faiz yürütülmesi yönündeki davacı isteminin reddedilmesi doğru görülmemiş, hükmün davacı yararına bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) numaralı bentte yazılı nedenlerle davalı hazine vekilinin temyiz itirazlarının reddine, ( 2 ) numaralı bentte yazılı nedenlerle hükmün davacı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 19.4.1999 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

11. HUKUK DAİRESİ

E. 2001/7344

K. 2001/10063

T. 21.12.2001

• KREDİLİ MEVDUAT HESAP SÖZLEŞMESİ ( Sözleşmeye Ek Olarak Verilen Garanti Şerhinin Kefalet Sözleşmesi Niteliğinde Olması )

• GARANTİ ŞERHİ ( Kredili Mevduat Hesap Sözleşmesine Ek Olarak Verilen Garanti Şerhinin Kefalet Sözleşmesi Niteliğinde Olması )

• KEFALET SÖZLEŞMESİ ( Kredili Mevduat Hesap Sözleşmesine Ek Olarak Verilen Garanti Şerhinin Kefalet Sözleşmesi Niteliğinde Olması )

• SÖZLEŞMEDEN DOĞAN SORUMLULUK ( Kefalet Sözleşmesinden Doğan Sorumluluğun Hesabın Katedildiği Tarihe Kadar Olan Limit İle Kendi Temerrüdünün Sonuçlarından İbaret Olması )

818/m.110,483

Y. HGK. Karan -4.7.2001 tarih ve 2001/19-534-583 s.

ÖZET : Kredili mevduat hesap sözleşmesine ek olarak verilen garanti şerhi, başkasının fiilini taahhüt garanti sözleşmesi niteliğinde olmayıp, kefalet sözleşmesi niteliğindedir. Bu niteliğin sonucu olarak davalının sözleşmeden kaynaklanan sorumluluğu, hesabın katedildiği tarihe kadar olan limit ile kendi temerrüdünün sonuçlarından ibarettir.

DAVA : Taraflar arasında görülen davada ( Niğde Asliye İkinci Hukuk Mahkemesi )nce verilen 7.6.2001 tarih ve 2000/447- 2001/196 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava doyası için tetkik hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, davalının dava dışı Mesut ve Arif ile birlikte müşterek borçlu müteselsil kefil ve ayrıca garanti eden sıfatı ile imzaladıkları mavikart ( kredili mevduat hesap sözleşmesi ) gereğince kullanılan kredi nedeniyle 739.104.169-lira borçlu olduğunu, ihtara ve icra takibine rağmen borcun ödenmediğini ileri sürerek, bu miktarın 25.3.1997 tarihinden itibaren %40 faizi ve %5 BSMV ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı, davanın 1 yıllık zamanaşımı süresinde açılmadığını, kredi borcuna işletilen faizin de yüksek olduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir. Mahkemece, .dosya içeriği ve bilirkişi raporuna göre davanın

734.600.000-liraya 25.3.1997 tarihinden itibaren %140 faiz uygulanmak üzere kısmen kabulüne karar verilmiştir..

Kararı, davalı temyiz etmiştir.

Taraflar arasındaki uyuşmazlık, 500.000.000-lira limiti glektron mavikart kredili mevduat hesabı taahhütnamesi ve taahhütnameye ekli garanti şerhine dayanılarak açılmış alacak istemine ilişkindir. Davalı, taahhütnamenin altına garanti şerhi vermek suretiyle kart hamilinin doğmuş ve doğacak tüm borçlarını herhangi bir limit ile bağlı kalmaksızın garanti etmeyi taahhüt etmiştir. Mahkemece, kart hamilinin kredi kartı limiti olan 500.000.000-lirasını 18.10.1996 tarihinde kullandığından bu tarihten itibaren icra takip tarihine kadar bilirkişi sözleşme faizi ve KKDF ve BSMV ile birlikte toplam 734.600.000 liradan sorumluluğuna karar verilmiştir.

Taraflar arasındaki sözleşme ilişkisi her ne kadar garanti sözleşmesi olarak değerlendirilmiş ise de, Dairemizce de benimsenmekte olan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 2001/19-534, 2001/583 sayılı kararında ( Bkz. Yargıtay Kararları Dergisi; Aralık 2001 sayısı, Sh. 1807 ) dayanakları ile açıklandığı üzere, asıl sözleşmeye ek olarak verilen garanti şerhi BK.nun 110. maddesinde düzenlenen başkasının fiilini taahhüt-garanti sözleşmesi niteliğinde olmayıp, BK.nun 483 vd. maddelerinde düzenlenen kefalet sözleşmesi niteliğindedir. Bu niteliğin sonucu olarak davalının sözleşmeden kaynaklanan sorumluluğu hesabın katedildiği tarihe kadar limit ile kendi temerrüdünün sonuçlarından ibarettir. Somut olayda hesap 24.3.1998 tarihinde katedilmiş olmasına rağmen, bankaca borçlu ve kefiller aleyhine 18.10.1997 tarihinde icra takibine girişilmiş olması nedeniyle bu tarihte temürrüdün oluştuğunun kabulü ile kredi limitine bu tarihten itibaren temerrüt faizi uygulanması gerekir iken, kredinin ilk kullanıldığı tarihleri itibaren takip tarihine kadar faiz yürütülmesi suretiyle temerrütten önce limitin aşılması sonucunu doğuracak şekilde hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davalının temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davalı yararına ( BOZULMASINA ), ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 21.12.2001 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

11. HUKUK DAİRESİ

E. 2003/13454

K. 2004/7558

T. 6.7.2004

• TACİRLER ARASINDAKİ HAKSIZ FİİLLER ( Ticari İş Niteliği ve Avans Faizi Uygulanması Gereği )

• AVANS FAİZİ UYGULANMASI GEREĞİ ( Tacirler Arası Haksız Fiillerden Kaynaklanan Tazminat Taleplerinin Ticari iş Niteliğinde Olması )

• TİCARİ İŞ NİTELİĞİ VE AVANS FAİZİ UYGULANMASI GEREĞİ ( Tacirler Arasındaki Haksız Fiilden Kaynaklanan Tazminat Talepleri - Davacıya Ait Telefon Kablolarının Davalıya Ait Kepçe Tarafından Koparılması )

• TELEFON KABLOLARININ KOPARILMASI NEDENİYLE TAZMİNAT TALEBİ ( Tacirler Arasındaki Haksız Fiilden Kaynaklanan Tazminat Taleplerinin Ticari İş Niteliği ve Avans Faizi Uygulanması Gereği )

• FAİZ ORANI ( Tacirler Arasındaki Haksız Fiillerin Ticari İş Niteliği ve Avans Faizi Uygulanması Gereği - Davacıya Ait Telefon Kablolarının Davalıya Ait Kepçe Yüklü Kamyon Tarafından Koparılması Nedeniyle Tazminat Talebi )

6762/m.3,4,21

3095/m.2/2

ÖZET : Davacı vekili, davalıya ait kepçe yüklü kamyonun müvekkiline ait kabloyu kopartmak suretiyle zarar verdiğini iddia ederek, 2.843.856.219.-TL'nin olay tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Dava, tacirler arası haksız fiilden doğan tazminat alacağının tahsili istemine ilişkindir. Davacı vekili, avans faizi talebinde bulunmuştur. Tarafların tacir bulunmalarına ve TTK'nun 3., 4. ve 21 'inci maddeleri uyarınca tacirler arası haksız fiillerin de ticari iş niteliğinde olmasına göre, talebe uygun olarak tazminat alacağının ticari işlerde uygulanan temerrüt faiziyle tahsiline karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde yasal faize hükmedilmesi doğru görülmemiştir.

DAVA : Taraflar arasında görülen davada Antalya Asliye 1. Hukuk Mahkemesi'nce verilen 13.05.2003 tarih ve 20011958-2003/467 sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi B.Ş. tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, davalıya ait kepçe yüklü kamyonun müvekkiline ait kabloyu kopartmak suretiyle zarar verdiğini iddia ederek, 2.843.856.219.-TL'nin olay tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı temsilcisi, davacının telefon hattını yeterli yükseklikte çekmediğini, zararın fahiş bulunduğunu, davanın araç şoförüne de yöneltilmesi gerektiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, toplanan kanıtlar ve benimsenen bilirkişi raporuna göre, davanın kısmen kabulüne, 2.562.111.096.-TL'nin 02.03.2001 tarihinden itibaren yasal faiziyle davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Kararı, taraf vekilleri temyiz etmiştir.

1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin tüm, davacı vekilinin yerinde görülmeyen ve aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2- Dava, tacirler arası haksız fiilden doğan tazminat alacağının tahsili istemine ilişkindir.

Mahkemece, hüküm altına alınan tazminatın yasal faiziyle tahsiline karar verilmiştir. Ancak, dava 17.09.2002 tarihinde açılmış, davacı vekili talebine konu tazminatın olay tarihinden itibaren avans faiziyle tahsilini talep etmiştir. O halde, tarafların tacir bulunmalarına ve TTK'nun 3., 4. ve 21 'inci maddeleri uyarınca tacirler arası haksız fiillerin de ticari iş niteliğinde olmasına göre, talebe uygun olarak tazminat alacağının ticari işlerde uygulanan temerrüt faiziyle tahsiline karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde yasal faize hükmedilmesi doğru görülmemiş ve kararın bu nedenle bozulması gerekmiş ise de; anılan yanlışlığın düzeltilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden hükmün HUMK'nun 438/Tnci maddesi uyarınca düzeltilerek onanması yoluna gidilmiştir.

SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin tüm, davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, ( 2 ) numaralı bentte açıklanan nedenle davacı vekilinin temyiz isteminin kabulü ile, hüküm fıkrasının 1 'inci maddesindeki "... yasal faizi..." ibaresinin hükümden çıkarılarak yerine "...4489 Sayılı Yasa ile değişik 3095 Sayılı Yasanın 2/2. maddesinde belirtilen, değişen oranlarda avans faizi..." cümlesinin yazılması suretiyle düzeltilmesine ve kararın düzeltilmiş bu durumu ile ONANMASINA, aşağıda yazılı bakiye 103.753.994.- Lira temyiz ilam harcının temyiz eden davalıdan alınmasına, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz eden davacıya iadesine, 06.07.2004 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

11. HUKUK DAİRESİ

E. 2003/14335

K. 2004/8862

T. 27.9.2004

• TAŞIMA SÖZLEŞMESİNDEN KAYNAKLANAN TAZMİNAT TALEBİ ( PTT Tarafından Taşınan Kredi Kartlarının PTT Çalışanınca Çalınarak Kullanılması - Olay Tarihi Tesbit Edilemediğinden Faize Dava Tarihinden İtibaren Hükmedilmesi Gereği )

• PTT TARAFINDAN TAŞINAN KREDİ KARTLARININ PTT ÇALIŞANI TARAFINDAN ÇALINARAK KULLANILMASI ( Tazminat Davasında Olay Tarihinin Davacı Tarafından Bildirilmemesi ve Olay Tarihinin Tesbit Edilememesi Nedeniyle Faize Dava Tarihinden İtibaren Hükmedileceği )

• TAŞINAN KREDİ KARTLARININ TAŞIYICININ ÇALIŞANI TARAFINDAN ÇALINARAK KULLANILMASI ( Tazminat Davasında Olay Tarihinin Davacı Tarafından Bildirilmemesi ve Olay Tarihinin Tesbit Edilememesi Nedeniyle Faize Dava Tarihinden İtibaren Hükmedileceği )

• TEMERRÜT TARİHİNİN TESBİT EDİLEMEMESİ ( Taşınan Kredi Kartlarının Taşıyıcının Çalışanı Tarafından Çalınarak Kullanılması Nedeniyle Tazminat Talebi - Faize Dava Tarihinden İtibaren Hükmedileceği )

• FAİZ ORANI VE BAŞLANGICI ( Taşıma Sözleşmesine Konu Kredi Kartlarının Taşıyıcı Elindeyken Çalınarak Kullanılması Sonucu Oluşan Zarardan Dolayı Tazminat Talebi - Temerrüt Tarihinin Tesbit Edilememesi )

• TİCARİ İŞ NİTELİĞİ ( PTT'nin Taraf Olduğu Taşıma Sözleşmesinden Kaynaklanan Tazminat Davası - Ticari Temerrüt Faizine Hükmedilmesi Gereği )

6762/m.3, 4

3095/m.2/2

ÖZET :1- Dava taşıma sözleşmesine konu kredi kartlarının davalı PTT'nin çalışanı diğer davalı tarafından zarflar açılarak alınması ve kullanılması nedeniyle uğranılan zararın tazminine ilişkindir. Dava dilekçesinde temerrüt faizi isteminin başlangıcı gösterilmemiş, bilirkişinin bu eksikliği dile getiren ek raporundan sonra yazılı layiha veren davacı vekili bu noktaya ilişkin bir açıklamada bulunmamış, olay tarihinin ne olduğu hüküm fıkrasında da gösterilmemiştir. Bu durumda mahkemece, alacağa ilişkin temerrüt faizi başlangıcının dava tarihi olarak hükmedilmesi gerekirken, olay tarihi olarak hüküm tesisi doğru olmamıştır.

2- Davalılardan PTT taşıma faaliyeti itibariyle özel hukuk hükümlerine tabi olup, diğer davalının haksız eylemi, taşıma sırasında, diğer anlatımla PTT'nin ticari işletmesiyle ilgili bir faaliyet sırasında meydana geldiğinden, TTK.nun 3. maddesi hükmüne göre PTT yönünden ticari iştir. Bu nedenle ticari temerrüt faizine hükmedilmesi gerekir.

DAVA : Taraflar arasında görülen davada Amasya Asliye 2.Hukuk Mahkemesi'nce verilen 16.4.2003 tarih ve 1991/21-2003/180 sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili ile davalı PTT vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Salih Çelik tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, müvekkili bankanın Kredi Kartları Grup Müdürlüğü'nce Amasya Şube Müdürlüğü'ne teslim olunmak üzere gönderilen kartların davalılardan Amasya Telgraf Müdürlüğü'nde kaybolduğunu, araştırma sonucuna göre bu davalının personeli diğer davalı tarafından zarfların açılarak, kredi kartları ve şifrelerin alınıp, ATM makinalarında kullanılarak kart mudilerinden ikisinin hesaplarından toplam 3.000.000.000 liranın çekildiğinin anlaşıldığını, bir bölüm zararın davalılardan Ferhat yakınlarınca karşılanması sonucu müvekkili zararının 1.831.500.000 liraya düştüğünü, Ferhat'ın haksız eylem faili, diğer davalının ise adam çalıştırma sıfatı ile sorumlu olduğunu, kredi kartlarının mudilere teslimi anına kadar müvekkilinin sorumluluğunda bulunduğunu, 1.831.500.000 liranın müvekkilinin kredilere uyguladığı %140 faizi ile birlikte davalılardan tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı PTT vekili, davanın reddini istemiştir.

Diğer davalı, davaya yanıt vermemiştir.

Mahkemece, dosya kapsamına ve benimsenen bilirkişi raporuna göre, kredi kartlarının Posta Kanunu'nun 41/II-A ve Tüzüğün 121/A maddelerinde gönderilmesi yasak olduğu belirtilen belgelerden olmadığı, davacının müterafik kusurunun bulunmadığı, her iki davalının birlikte sorumlu olduğu, bir kısım zararın dava sırasında ödendiği gerekçesiyle, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili ile davalılardan PTT vekili temyiz etmiştir.

1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacı vekilinin ve davalılardan PTT vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2- Dava taşıma sözleşmesinden doğan tazminat alacağının tahsiline ilişkindir.

Dava, 1.831.500.000 liranın tahsili için açılmış, davacının 1.507.750.636 lira istemekte haklı olduğu yargılama sonunda belirlenmiş, dava sırasında davacıya 1.400.000.000 lira ödeme yapılmıştır. Mahkemece tesis edilen hüküm fıkrasının yazılış biçiminden, dava sırasında ödenmeyen 101.750.636 liranın olay tarihinden itibaren infazdaki tahsil tarihine kadar, 1.400.000.000 liranın ise olay tarihinden itibaren, dava sırasındaki ödeme tarihine kadar yasal faiziyle tahsiline karar verildiği anlaşılmaktadır. Oysa, dava dilekçesinde temerrüt faizi isteminin başlangıcı gösterilmemiş, bilirkişinin bu eksikliği dile getiren ek raporundan sonra yazılı layiha veren davacı vekili bu noktaya ilişkin bir açıklamada bulunmamış, olay tarihinin ne olduğu hüküm fıkrasında da gösterilmemiştir.

Bu durumda, mahkemece, gerek 101.750.636 lira, gerekse 1.400.000.000 lira alacağa ilişkin temerrüt faizi başlangıcının dava tarihi olarak hükmedilmesi gerekirken, olay tarihi olarak hüküm tesisi doğru olmamış, hükmün bu yönden davalılardan PTT yararına bozulması gerekmiştir.

3- Davacı vekilinin temyizine gelince; mahkemece, yasal oranda temerrüt faizine hükmedilmiştir. Oysa, davalılardan PTT söz konusu faaliyeti itibariyle özel hukuk hükümlerine tabi olup, diğer davalının haksız eylemi, taşıma sırasında, diğer anlatımla PTT'nin ticari işletmesiyle ilgili bir faaliyet sırasında meydana geldiğinden, TTK.nun 3 ncü maddesi hükmüne göre, bu haksız eylem davalı PTT yönünden ticari iştir. Esasen, taşıma sözleşmesi, TTK.nun 4 ncü madde hükmü uyarınca mutlak ticari iş niteliğine haiz olup, aynı Kanun'un 21/2 madde hükmü uyarınca da iki taraf içinde ticari iştir. Davalılardan PTT nin personeli diğer davalı tacir olmasa da, bu davalı bakımından da BK.nun 51/1 nci madde hükmü uyarınca müteselsil sorumluluk yönünden, aynı temerrüt faizi oranının bu davalı için de istenmesi mümkündür. Davacının, kredi kartlarının mudileri ile olan sözleşme ilişkisi bağlamında istediği %140 faiz oranı talebi bu dava bakımından yerinde değil ise de, davacının ticari işler bakımından geçerli temerrüt faizi oranını isteme hakkı bulunmaktadır. Bu itibarla, mahkemece, 1.400.000.000 lira için 11.1.1999 olan dava tarihinden itibaren, dava sırasında ödemenin gerçekleştiği 16.2.1999 tarihine kadar 3095 sayılı Kanun'un ( değişik öncesi )2/3 ncü madde hükmünde yazılı TC Merkez Bankasının kısa vadeli krediler için öngördüğü reeskont faizi oranına ( ortan ve eksilen oranları ile birlikte )karar verilmesi, 101.750.636 lira için ise, 11.1.1999 olan dava tarihinden 1.1.2000 tarihine kadar 3095 sayılı Kanun'un değişiklik öncesi 2/3 ncü madde hükmünde yazılı faiz oranı, bu tarihten, infaz sırasındaki tahsil tarihine kadar ise aynı Kanun'un 4489 sayılı Kanun'un 2 nci maddesi ile değişik 2/2 nci maddesinde yazlı faiz oranı ( artan ve eksilen oranları ile birlikte )tahsiline karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde her iki meblağ için yasal oranda temerrüt faizine hükmedilmesi doğru olmamıştır.

Öte yandan, dava sırasında ödenen 1.400.000.000 lira kadar dava konusuz kalmış olup, yargılama sonunda haksız oldukları diğer anlatımla davanın açılmasına sebebiyet verdikleri anlaşılan davalılar için davanın sadece 329.749.364 lira kadar red edildiği gözetilerek, davalılardan PTT yararına bu red miktarı üzerinden ve Tarifenin 12 nci maddesindeki sınır gözetilerek vekalet ücretine hükmedilmesi, davacı yararına da 1.400.000.000 TL üzerinden tarifenin, davanın konusuz kalmasına ilişkin 6 ncı madde hükmü gözetilerek, vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamıştır.

Diğer yandan, yargılama giderleri bakımından kabul-red oranı oluşturulurken, 1.400.000.000 liranın, davanın gerçekte red edilen 329.749.364 liraya ilave edilmesi sonucu davalılarda daha az yargılama giderine hükmedilmesi de doğru bulunmamıştır.

SONUÇ : Yukarıda 1 nolu bentte açıklanan nedenle davacı vekili ile davalılardan PTT vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddine, 2 nolu bentte açıklanan nedenle bu davalı vekilinin, 3 nolu bentte açıklanan nedenle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün bu davalı ve davacı yararına BOZULMASINA, ödedikleri temyiz peşin harcın istekleri halinde temyiz edenlere iadesine, 27.9.2004 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

11. HUKUK DAİRESİ

E. 2003/14429

K. 2004/8916

T. 27.9.2004

• İÇME SUYU KAZI ÇALIŞMASI ( İski Faaliyetini Özel Hukuk Kuralları Altında Yapması Nedeniyle Tacir Sayılacağı - Haksız Fiilden Kaynaklanan Davaya Bakma Görevinin Adli Yargıda Oluşu )

• TAZMİNAT DAVASI ( Haksız Fiilden Kaynaklanan Davaya Bakma Görevinin Adli Yargıda Oluşu - İski Faaliyetini Özel Hukuk Kuralları Altında Yapması Nedeniyle Tacir Sayılacağı )

• ÖZEL HUKUK HÜKÜMLERİNE GÖRE İDARE EDİLEN KAMU KURULUŞU ( İski Faaliyetini Özel Hukuk Kuralları Altında Yapması Nedeniyle Tacir Sayılacağı - Haksız Fiilden Kaynaklanan Davaya Bakma Görevinin Adli Yargıda Oluşu )

• GÖREV ( Haksız Fiilden Kaynaklanan Davaya Bakma Görevinin Adli Yargıda Oluşu - İski Faaliyetini Özel Hukuk Kuralları Altında Yapması Nedeniyle Tacir Sayılacağı )

• HAKSIZ FİİL ( Davaya Bakma Görevinin Adli Yargıda Olduğu - İski Faaliyetini Özel Hukuk Kuralları Altında Yapması Nedeniyle Tacir Sayılacağı )

6762/m.3,4,12/11,14,18

2560/m.6,9,10

ÖZET : İSKİ' nin gördüğü hizmet kamu hizmeti ise de, faaliyetini özel hukuk kuralları altında yapması itibariyle TTK. anlamında tacir sayılır ve tacir olan davalı ile davacı arasındaki haksız fiilden kaynaklanan davaya bakma görevinin adli yargının görevine girmektedir.

DAVA : Taraflar arasında görülen davada Fatih Asliye 1.Hukuk Mahkemesi'nce verilen 11.07.2003 tarih ve 2003/272-2003/596 sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Berant Şengel tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, davalı kurum elemanlarınca kullanılan iş makinesi ile müvekkilinin tesislerine zarar verildiğini iddia ederek, 540.752.521.-TL.nın tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, müvekkili aleyhine açılan davada idari yargının görevli olduğunu, zarar meydana geldiği iddia edilen yerde ne kendilerinin ne de yüklenicilerinin bir çalışmalarının bulunmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre, kamu tesislerinin gerek yapılmasındaki gerekse kullanılmasındaki kusurdan doğan zararların idari eylemlerden doğan zarar niteliğinde bulunduğu, bu eylemlerden doğan davaların idari yargı yerinde açılması gerektiği, mahkemenin görevsiz olduğu gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

Dava, davalı tarafından yaptırılan içme suyu kazı çalışmaları sırasında davacıya ait kabloya zarar verildiği iddiasına dayalı tazminat istemine ilişkindir.

Somut olayda dava İSKİ aleyhine açılmıştır. TTK.nun 18 nci maddesinde kendi kuruluş kanunları gereğince özel hukuk hükümleri dairesinde idare edilmek ve ticari şekilde işletilmek üzere devlet, vilayet, belediye gibi kamu tüzel kişileri tarafından kurulan teşekkül ve müesseselerin dahi tacir sayılacakları belirtilmiştir. Aynı yasanın 12/11 nci maddesinde ise, su, gaz, elektrik dağıtım, telefon, radyo ile haberleşme ve yayın yapma gibi işlerle uğraşan müesseselerin ticarethane sayılacakları hükme bağlanmıştır. Davalı İSKİ'nin kuruluşu hakkındaki 2560 sayılı Kanun'da da, bu kurumun, genel kurul, yönetim kurulu ve genel müdürlük ile yönetileceği denetçileri vasıtasıyla denetim yapılacağı, yıllık faaliyet ve yatırımlarının bilançolarda belirlenip, genel kurulun onayına sunulacağı ve bütçesinin kamu iktisadi teşebbüslerinde uygulanan bütçe formülüne göre düzenleneceği açıklanmıştır. O halde, davalı kuruluşun özel hukuk hükümlerine göre idare edilen bir kamu kuruluşu olduğunun kabulü gerekir.

Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 21.09.1983 gün ve 1980/11-2721 Esas 1983/823 Karar, 29.11.1995 gün ve 1995/11-647 Esas 1995/1043 Karar ve 16.10.1996 gün 1996/13-346 Esas 1996/699 Karar sayılı ilamlarında da İSKİ'nin özel hukuk hükümlerine tabi tacir sayılacağı görüşü benimsenmiştir.

Bu durum karşısında, TTK.nun 3, 11, 12/11, 14, 18/1 nci maddeleri ve 2560 sayılı Kanun hükümleri uyarınca davalı İSKİ'nin tacir, davacının iddia ettiği olayın ise, haksız fiil niteliğinde olduğu ve tacirin haksız fiilinden kaynaklanan tazminat davasının adli yargıda bakılması gerektiği nazara alınarak, işin esasına girilip sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle, kararın davacı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 27.09.2004 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

11. HUKUK DAİRESİ

E. 2003/4026

K. 2003/11043

T. 17.11.2003

• İTİRAZIN İPTALİ ( Kaçak Elektiri Kullanımı Nedeniyle Davalıya Uygulanan Tarife Üzerinden Belirlenen Alacağın Tahsili Amacıyla Başlatılan İcra Takibine Vaki İtiraz )

• TİCARİ İŞ ( Davacının TTK Hükümlerine Göre Tacir Olduğu ve Bu Müesseseyi İlgilendiren Fiil ve İşlerin Ticari İş Sayılacağının Kabul Edilmesinin Gerekmesi )

• TACİR ( Davacının TTK Hükümlerine Göre Tacir Olduğu ve Bu Müesseseyi İlgilendiren Fiil ve İşlerin Ticari İş Sayılacağının Kabul Edilmesinin Gerekmesi )

• 4489 SAYILI YASA ( Dava Konusu Olayda Bu Yasa ile Yapılan Değişikliklerin Yerel Mahkemece Dikkate Alınmasının Gerekmesi )

• HAKSIZ FİİL ( Somut Olayda Davacının Tacir Olduğu Gözetilmeksizin İstemin Haksız Fiilden Kaynaklandığından Bahisle Buna İlişkin Hükümlerin Uygulanmasının Hatalı Olduğunun Kabul Edilmesi )

6762/m.3

3095/m.2

ÖZET : Davacı B.... Eletrik Dağıtım A.Ş. tacir olup TTK.nun 3 ncü maddesi uyarınca bu müesseseyi ilgilendiren fiil ve işlerin ticari iş sayılmasına ve kaldı ki davalının da tacir olmasına ve ayrıca 3095 sayılı yasanın 2 nci maddesinin 3 ncü fıkrasında "arada sözleşme olmasa bile, ticari işlerde temerrüt faizi, T.C. Merkez Bankası'nın kısa vadeli krediler için öngördüğü reeskont faiz oranına göre istenebileceği" belirtilmiş olmasına göre, 4489 sayılı yasa ile yapılan değişikliklerde dikkate alınarak, olayda istem gibi, icra takip tarihinden 31.12.1999 tarihine kadar reeskont, bu tarihten itibaren avans oranında temerrüt faizi tatbikine olanak sağlayacak şekilde takibin devamına karar verilmesi gerekirken, istemin haksız fiilden kaynaklandığı gerekçesiyle yasal oranda temerrüt faizine hükmedilmesi doğru olmamış ve kararın açıklanan nedenle davacı yararına bozulması gerekmiştir.

DAVA : Taraflar arasında görülen davada Büyükçekmece Asliye Hukuk Mahkemesi'nce verilen 21.12.2000 tarih ve 2000/728 - 2000/1884 sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Ahmet Susoy tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, davalının kaçak elektrik kullandığının tutanakla tespit edildiğini, Elektrik Tarifeleri Yönetmeliği'nin kaçak elektrik kullananlara uygulanacak tarife gereğince, davalının kullandığı elektrik bedelinin ( 412.820.000.- ) TL, bu bedelin takip tarihine kadar ki gecikme zammı, KDV ve Belediye Tük.Vergisi toplamının ( 769.805.000.- ) TL olup, toplam takip tutarının ( 1.182.625.000.- ) TL bulunduğunu, davalının alacaklarının tahsili amacıyla girişilen takibe itiraz edip, takibi durdurduğunu ileri sürerek, takibe yapılan itirazın iptali ile takibin devamına, % 40 icra-inkar tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı, davaya cevap vermemiştir.

Mahkemece, iddia, dosyadaki kanıtlar ve bilirkişi raporuna nazaran, davalının icra takibine vaki itirazının iptaline, takibin haksız fiilden kaynaklanması nedeniyle davacının reeskont faizi ve icra-inkar tazimatı isteminin reddine karar verilmiştir.

Karar, davacı vekilince temyiz edilmiştir.

1-Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

2-Davacı B.... Eletrik Dağıtım A.Ş. tacir olup TTK.nun 3 ncü maddesi uyarınca bu müesseseyi ilgilendiren fiil ve işlerin ticari iş sayılmasına ve kaldı ki davalının da tacir olmasına ve ayrıca 3095 sayılı yasanın 2 nci maddesinin 3 ncü fıkrasında "arada sözleşme olmasa bile, ticari işlerde temerrüt faizi, T.C. Merkez Bankası'nın kısa vadeli krediler için öngördüğü reeskont faiz oranına göre istenebileceği" belirtilmiş olmasına göre, 4489 sayılı yasa ile yapılan değişikliklerde dikkate alınarak, olayda istem gibi, icra takip tarihinden 31.12.1999 tarihine kadar reeskont, bu tarihten itibaren avans oranında temerrüt faizi tatbikine olanak sağlayacak şekilde takibin devamına karar verilmesi gerekirken, istemin haksız fiilden kaynaklandığı gerekçesiyle yasal oranda temerrüt faizine hükmedilmesi doğru olmamış ve kararın açıklanan nedenle davacı yararına bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, ( 2 ) numaralı bentte açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davacı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 17.11.2003 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

11. HUKUK DAİRESİ

E. 2003/4368

K. 2003/11309

T. 1.12.2003

• İTİRAZIN İPTALİ İSTEMİ ( Davanın Haksız Eylemden Kaynaklanan Tazminat Alacağının Tahsili için Başlatılan Takibe Karşı İtirazın İptali İstemine İlişkin Olması )

• TEMERRÜT FAİZİ ( Haksız Eyleminin Ticari İş Niteliği Taşımasına Göre Ticari İşlerdeki Temerrüt Faizi Oranı Üzerinden Hesaplama Yaptırılarak İşlemiş Temerrüt Faizine Hükmedilmesinin Gerekmesi )

• HAKSIZ EYLEM ( Haksız Eyleminin Ticari İş Niteliği Taşımasına Göre Ticari İşlerdeki Temerrüt Faizi Oranı Üzerinden Hesaplama Yaptırılarak İşlemiş Temerrüt Faizine Hükmedilmesinin Gerekmesi )

• TİCARİ İŞ ( Haksız Eyleminin Ticari İş Niteliği Taşımasına Göre Ticari İşlerdeki Temerrüt Faizi Oranı Üzerinden Hesaplama Yaptırılarak İşlemiş Temerrüt Faizine Hükmedilmesinin Gerekmesi )

6762/m.3

ÖZET : Davalı şirketin dava konusu haksız eyleminin,TTK.nun 3 ncü maddesi gereğince ticari iş niteliği taşımasına göre,istem gibi ticari işlerdeki temerrüt faizi oranı üzerinden hesaplama yaptırılarak, işlemiş temerrüt faizine hükmedilmek gerekirken, ticari olmayan işlerdeki ( yasal ) temerrüt faizi oranı üzerinden hesaplanan miktara hükmedilmesi doğru değildir.

DAVA : Taraflar arasında görülen davada Şişli Asliye 5. Hukuk Mahkemesi'nce verilen 01.11.2001 tarih ve 2000/678-2001/1221 sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Salih Çelik tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, davalı şirketin, zati sayaç kullanmak suretiyle kaçak elektrik harcadığının tespit edildiğini, toplam 1.494.997.000 lira alacağın tahsili için başlattıkları takibin, davalının haksız itirazı üzerine durduğunu ileri sürerek, itirazın iptalini ve %40 icra inkar tazminatının tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, dosya kapsamına ve benimsenen bilirkişi raporuna göre, davanın kısmen kabulüne ve icra inkar tazminatının tahsiline karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

1-Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına ve alacağın esasen likit olmamasına ve davalı tarafça temyiz edilmemesine göre, davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2-Dava, haksız eylemden kaynaklanan tazminat alacağının tahsili için başlatılan takibe itirazın iptali istemine ilişkindir.

Hükme esas bilirkişi raporunda, kaçak elektrik kullanımının tespitine ilişkin tutanağın düzenlendiği 6.1.1998 tarihinden itibaren, takibin başlatıldığı 3.2.2000 tarihine kadar işlemiş temerrüt faizi miktarı,ticari olmayan işler için geçerli olan yasal oran üzerinden hesaplanmıştır.

Oysa, davalı şirketin dava konusu haksız eyleminin,TTK.nun 3 ncü maddesi gereğince ticari iş niteliği taşımasına göre,istem gibi ticari işlerdeki temerrüt faizi oranı üzerinden hesaplama yaptırılarak, işlemiş temerrüt faizine hükmedilmek gerekirken, ticari olmayan işlerdeki ( yasal ) temerrüt faizi oranı üzerinden hesaplanan miktara hükmedilmesi doğru olmamış, kararın bu nedenle davacı yararına bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda 1 nolu bentte açıklanan nedenle, davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddine, 2 nolu bentte açıklanan nedenle, temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davacı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 01.12.2003 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

11. HUKUK DAİRESİ

E. 2003/7730

K. 2003/7816

T. 15.9.2003

• İSTİRDAT DAVASI ( Davanın Davacı Kefilin Bu Sıfatı Nedeni ile Bankanın Aleyhine Yaptığı İcra Takibi Nedeniyle Fazla Yaptığı Ödemenin İstirdatı Talebine İlişkin Olması )

• MÜTESELSİL KEFİLİN SORUMLULUĞU ( Davacının Müteselsil Kefil Olarak Sağlanmış Kredinin Ana Para Miktarı ile Bunun Dışında Kefil Kendi Kusuru ve Temerrüdü Varsa Ondan da Sorumlu Olması )

• KEFİLİN LİMİTE BAĞLI OLMAYAN SORUMLULUĞU ( Kefilin Kendi Kusuru ve Temmerrüdü Varsa Ondan Limite Bağlı Olmaksızın Sorumlu Olması )

• BİLİRKİŞİDEN EK RAPOR ALINMASI ( Hesabın kat Edildiği Tarih İle Davacının Ödeme Yaptığı Tarih Arasındaki Hesaplamanın Yeniden Yapılması ve Bunun Toplam Ödemeden İndirilmesinin Gerekmesi )

818/m.484,490

ÖZET : Borçlar Kanunun 484. ve 490.maddesinin 1.fıkrası gereğince, davacının müteselsil kefil olarak, sağlanmış kredinin ana para miktarı ile ve bunun dışında, ayrıca kefil kendi kusuru ve temerrüdü varsa ondan da limitle bağlı olmaksızın sorumludur. Dava konusu olayda, Kefalet limiti 100.000.000.TL. olduğundan asıl borçtan 100.000.000.TL. kadar sorumludur. Bundan ayrı olarak, hesabın kat edildiği tarihten ödemeyi yaptığı tarihe kadar da işleyen temerrüt faizinden sorumlu bulunmaktadır. Şu halde, mahkemece, bilirkişiden ek rapor alınmak suretiyle, hesabın kat edildiği tarih ile davacının ödeme yaptığı tarih arasında işleyen gecikme faizi tutarı hesap ettirilerek, bulunan miktar davacının yaptığı toplam ödeme miktarından indirilmek suretiyle, sonucuna göre karar verilmesi gerekir.

DAVA : Taraflar arasında görülen davada Gaziantep Asliye 2.Hukuk Mahkemesi'nce verilen 28.01.2003 tarih ve 2001/1025 - 2003/27 sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Deniz Biltekin tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, müvekkilinin dava dışı Yavuz K.'nın davalı banka ile yaptığı kredi kartı üyelik sözleşmesine müşterek ve müteselsil kefil olduğunu, 3. şahsın borcunu ödememesi nedeniyle müvekkili hakkında icra takibi yapıldığını, takibin kesinleştiğini ve borcun tamamının müvekkilince ödendiğini, oysa kredi kartı limitinin 100.000.000 TL olduğunu, müvekkilinin sorumluluğunun da bu miktarla sınırlı olduğunu, borcun kendi borcu olduğunu sanarak ödeme yapıldığını ileri sürerek, fazla ödenen 1.545.000.000 TL.nin dava tarihinden itibaren yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı vekili, davacının ödemeyi iradesi ile yaptığını, bu nedenle sebebsiz zenginleşme nedeniyle istirdat talep edemeyeceğini, garanti tahhütnamesi nedeniyle de borcun tamamından sorumlu olduğunu savunarak, davanın reddini talep etmiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamından, kefil olan davacının kefalet limiti ve temerrüdünden sorumlu olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabul edilip, 1.512.158.000 TL.nin dava tarihinden itibaren yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.

1-Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, aşağıdaki bent dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

2- Dava, davacı kefilin bu sıfatı nedeni ile bankanın aleyhine yaptığı icra takibi nedeniyle fazla yaptığı ödemenin istirdatı talebine ilişkindir. Borçlar Kanunun 484. ve 490.maddesinin 1.fıkrası gereğince, davacının müteselsil kefil olarak, sağlanmış kredinin ana para miktarı ile ve bunun dışında, ayrıca kefil kendi kusuru ve temerrüdü varsa ondan da limitle bağlı olmaksızın sorumludur. Dava konusu olayda, Kefalet limiti 100.000.000.TL. olduğundan asıl borçtan 100.000.000.TL. kadar sorumludur. Bundan ayrı olarak, hesabın kat edildiği tarihten ödemeyi yaptığı tarihe kadar da işleyen temerrüt faizinden sorumlu bulunmaktadır. Şu halde, mahkemece, bilirkişiden ek rapor alınmak suretiyle, hesabın kat edildiği tarih ile davacının ödeme yaptığı tarih arasında işleyen gecikme faizi tutarı hesap ettirilerek, bulunan miktar davacının yaptığı toplam ödeme miktarından indirilmek suretiyle, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, ( 2 ) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davalı yararına BOZULMASINA, Ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 15.09.2003 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

11. HUKUK DAİRESİ

E. 2003/8896

K. 2004/3441

T. 1.4.2004

• GÖREVLİ YARGI YOLU ( Deniz Temizleme Çalışmaları Sırasında Davacı Şirkete Ait Kablolara Verilen Zararın Tazmini Davasında - İz-Su Genel Müdürlüğü'nün Tacir Niteliği )

• İZ-SU GENEL MÜDÜRLÜĞÜ'NÜN TACİR NİTELİĞİ ( Deniz Temizleme Çalışmaları Sırasında Davacı Şirkete Ait Kablolara Verilen Zarardan Dolayı Açılan Tazminat Davasında Görevli Yargı Yolu )

• DENİZ TEMİZLEME ÇALIŞMALARI SIRASINDA DAVACI ŞİRKETE AİT KABLOLARA VERİLEN ZARARDAN DOLAYI TAZMİNAT TALEBİ ( İz-Su Genel Müdürlüğü'nün Tacir Niteliği )

• TACİR NİTELİĞİ ( İz-Su Genel Müdürlüğü'nün - Deniz Temizleme Çalışmaları Sırasında Davacı Şirkete Ait Kablolara Verilen Zarardan Dolayı Açılan Tazminat Davasında Görevli Yargı Yolu )

• YARGI YOLU ( Deniz Temizleme Çalışmaları Sırasında Davacı Şirkete Ait Kablolara Verilen Zararın Tazmini Davasında - İz-Su Genel Müdürlüğü'nün Tacir Niteliği )

• TAZMİNAT TALEBİ ( İz-Su Genel Müdürlüğü'nce Deniz Temizleme Çalışmaları Sırasında Davacı Şirkete Ait Kablolara Verilen Zarardan Dolayı - İz-Su'nun Tacir Niteliği ve Haksız Fiilden Dolayı Açılan Davada Görevli Yargı Yolu )

6762/m.3,12/11,18/1

818/m.41

ÖZET :Dava, davacı şirkete ait deniz tabanına döşeli bulunan kablonun İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından İz-Su Genel Müdürlüğü'ne yaptırılan denizdeki çamurların temizlenmesi işinde kullanılan DLH'ye ait Kazar-8 gemisi tarafından hasarlandırıldığı maddi olgusuna dayalı tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, tüm davalıları kapsayacak şekilde davanın idari yargı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle görevsizlik kararı verilmişse de; TTK.nun 18 nci maddesinde kendi kuruluş kanunları gereğince özel hukuk hükümleri dairesinde idare edilmek ve ticari şekilde işletilmek üzere devlet, vilayet, belediye gibi kamu tüzel kişileri tarafından kurulan teşekkül ve müesseselerin dahi tacir sayılacakları belirtilmiş, aynı yasanın 12/11 nci maddesinde su, gaz, elektrik dağıtım, telefon, radyo ile haberleşme ve yayın yapma gibi işlerle uğraşan müesseselerin ticarethane sayılacakları hükme bağlanmıştır. Buna göre, davalılardan İz-Su Genel Müdürlüğü'nün gördüğü hizmet kamu hizmeti ise de, faaliyetini özel hukuk kuralları altında yapması nedeniyle TTK.nun 18/1 nci maddesi anlamında tacir sayılacağı ve tacir olan davalı ile davacı arasındaki haksız fiilden kaynaklanan davaya bakmanın adli yargıya ait bulunduğu gözönüne alınarak, davalı İz-Su Genel Müdürlüğü'ne karşı açılan davada işin esasına girilerek, taraf delillerinin toplanması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, diğer davalılar Belediye ve DHL Genel Müdürlüğü ile birlikte İz-Su Genel Müdürlüğü hakkında da idari yargı yerinde davanın bakılacağından bahisle görevsizlik kararı verilmesi doğru görülmemiştir.

DAVA : Taraflar arasında görülen davada Karşıyaka Asliye 3.Hukuk Mahkemesi'nce verilen 13.05.2003 tarih ve 2002/1102 - 2003/376 sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Pınar Şengel tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, müvekkili şirkete ait deniz tabanına döşeli bulunan 160 metrelik 12'lik fiber optik kabloya deniz içinde oluşan çamurların temizlenmesi işini yapan DLH'ye ait Kazar-8 gemisi tarafından hasar verildiğini, hasara neden olan denizdeki çamur temizleme işini İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından İz-Su Genel Müdürlüğü'ne yaptırıldığını, bu temizleme işinde de Karar-8 gemisinin kullanıldığını bu nedenle meydana gelen hasardan tüm davalıların sorumlu olduğunu ileri sürerek, 23.218.340.884.-TL hasar tazmin bedelinin faiziyle birlikte davalılardan tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili, olayda müvekkilinin kusuru bulunmadığını, sorumluluğun İz-Su Genel Müdürlüğü'ne ait olmasından dolayı müvekkiline husumet yöneltilemeyeceğini savunarak, davanın reddini istemiştir.

Davalı İz-Su Genel Müdürlüğü vekili, davada müvekkil idarenin taraf sıfatı bulunmadığını, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile Ulaştırma Bakanlığı, Demiryolları, Limanlar ve Hava Meydanları İnşaatı Genel Müdürlüğü arasında akdedilen protokole dayanarak işin yapıldığını, meydana gelen hasarda müvekkilinin hiçbir kusur ve sorumluluğunun olmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.

Davalı Ulaştırma Bakanlığı vekili, öncelikle davanın husumet yönünden reddini, ayrıca yapılan protokol gereği tarama çalışmalarından doğacak her türlü sorumluluğun İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne ait olduğunu, müvekkilinin davada hiçbir yükümlülüğünün olmadığını savunmuştur.

Mahkemesi, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre, DHL ile Büyükşehir Belediye Başkanlığı arasında yapılan Gediz Deltası ve civarı temizlenmesi hususunda düzenlenen protokol kapsamında DLH'ye ait Kazar-8 makinasının Bostanlı Dere ağzına gönderilerek temizleme işlemine başladığı sırada davacı şirkete ait deniz tabanına düşeli kabloya zarar verildiği, yapılan protokol doğrultusunda yapılan işlem sırasında zarar verildiği gerekçesiyle dava dilekçesinin görev yönünden reddi ile davacının idare mahkemesinde dava açmakta muhtariyetine karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

1- Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillere gerektirici sebeplere göre, davacı vekilinin aşağıdaki bent kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2- Dava, davacı şirkete ait deniz tabanına döşeli bulunan kablonun İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından İz-Su Genel Müdürlüğü'ne yaptırılan denizdeki çamurların temizlenmesi işinde kullanılan DLH'ye ait Kazar-8 gemisi tarafından hasarlandırıldığı maddi olgusuna dayalı tazminat istemine ilişkindir.

Mahkemece, tüm davalıları kapsayacak şekilde davanın idari yarı yerinde görülmesi gerektiğinden bahisle görevsizlik kararı verilmişse de; TTK.nun 18 nci maddesinde kendi kuruluş kanunları gereğince özel hukuk hükümleri dairesinde idare edilmek ve ticari şekilde işletilmek üzere devlet, vilayet, belediye gibi kamu tüzel kişileri tarafından kurulan teşekkül ve müesseselerin dahi tacir sayılacakları belirtilmiş, aynı yasanın 12/11 nci maddesinde su, gaz, elektrik dağıtım, telefon, radyo ile haberleşme ve yayın yapma gibi işlerle uğraşan müesseselerin ticarethane sayılacakları hükme bağlanmıştır. Buna göre, davalılardan İz-Su Genel Müdürlüğü'nün gördüğü hizmet kamu hizmeti ise de, faaliyetini özel hukuk kuralları altında yapması nedeniyle TTK.nun 18/1 nci maddesi anlamında tacir sayılacağı ve tacir olan davalı ile davacı arasındaki haksız fiilden kaynaklanan ( TTK.nun 3 ncü maddesi uyarınca )davaya bakmanın adli yargıya ait bulunduğu gözönüne alınarak, davalı İz-Su Genel Müdürlüğü'ne karşı açılan davada işin esasına girilerek, taraf delillerinin toplanması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde diğer davalılar ile birlikte İz-Su Genel Müdürlüğü hakkında da idari yargı yerinde davanın bakılacağından bahisle görevsizlik kararı verilmesi doğru görülmemiştir. Bu nedenle diğer davalılar İzmir Büyükşehir Belediyesi ve DHL Genel Müdürlüğü yönünden verilen görevsizlik kararı yerindeyse de, davalı İz-Su Genel Müdürlüğü yönünden kararın doğru olmadığı anlaşıldığından, davacı vekilinin temyiz itirazının bu davalı bakımından kabulü ile kararın bu yönden davacı yararına bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda ( 1 )nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, ( 2 )nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile kararın davacı yararına BOZULMASINA, Ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 01.04.2004 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

11. HUKUK DAİRESİ

E. 2004/3420

K. 2004/12593

T. 20.12.2004

• KASKO SİGORTASI ( İSKİ Kurumuna Ait Bulunan Logar Kapağının Yukarı Kalkık Olması Nedeniyle Meydana Gelen Trafik Kazası )

• RÜCUEN TAZMİNAT DAVASI ( Sigorta Şirketinin Zararı Tazmin Etmesi Nedeniyle Trafik Kazasının Meydana Gelmesinde Kusuru Bulunan İSKİ Kurumuna Dava Açması )

• İDARİ EYLEM VE HİZMET KUSURU ( İSKİ Kurumuna Ait Kapağın Trafik Kazasına Neden Olmasının Hizmet Kusuru Teşkil Etmemesi )

• GÖREVLİ MAHKEME ( İSKİ Kurumunun Özel Hukuk Kurallarına Göre Yürüttüğü Faaliyetlerden Kaynaklanan Uyuşmazlıkların Adli Yargının Görev Alanına Girmesi )

• ÖZEL HUKUK HÜKÜMLERİNE GÖRE İDARE EDİLEN KAMU KURULUŞU ( İSKİ Kurumu da Dahil Özel Hukuk Hükümlerine Göre Faaliyette Bulunan Kamu Kuruluşlarının Tacir Sayılması Gereği )

• İSKİ'NİN ÖZEL HUKUK HÜKÜMLERİNE GÖRE İDARE EDİLEN KAMU KURULUŞU NİTELİĞİ ( Tacir Sayılması Gereği )

6762/m.3, 12/11, 18, 1301

2560/m.6, 9, 10

ÖZET : İSKİ' nin gördüğü hizmet kamu hizmeti ise de, faaliyetini özel hukuk kuralları altında yapması itibariyle TTK.nun 18/1. maddesi anlamında tacir sayılır. Tacir olan davalı ile davacı arasındaki haksız fiilden kaynaklanan davaya bakmak görevli yargı kolu adli yargıdır.

DAVA : Taraflar arasında görülen davada Fatih Asliye 4.Hukuk Mahkemesi'nce verilen 20.12.2003 tarih ve 2003/640-2003/979 sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Dilek Çakıroğlu tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Davacının, TTK.nun 1301 nci maddesi hükmüne dayalı olarak davalı taraf aleyhine açtığı rücu davası sonucunda mahkemece, davacıya sigortalı aracın İSKİ'ye ait logar kapağına çarparak hasarlanmasının hizmet kusuru, davalı eyleminin idari eylem ve kusur niteliğinde olduğu, bu nedenle davaya idari yargıda bakılması gerektiği gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine dair verilen karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, davalı işletmeye ait logar kapağının yukarı kalkık olması nedeniyle davacıya kasko sigortası ile sigortalı aracın çarpması sonucu zarar gördüğü maddi olgusuna dayalı tazminat istemine ilişkindir.

TTK.nun 18 nci maddesinde kendi kuruluş kanunları gereğince özel hukuk hükümleri dairesinde idare edilmek ve ticari şekilde işletilmek üzere devlet, vilayet, belediye gibi kamu tüzel kişileri tarafından kurulan teşekkül ve müesseselerin dahi tacir sayılacakları belirtilmiş, aynı yasanın 12/ll nci maddesinde su, gaz, elektrik dağıtım, telefon, radyo ile haberleşme ve yayın yapma gibi işlerle uğraşan müesseselerin ticarethane sayılacakları hükme bağlanmıştır.

Davalı İSKİ'nin kuruluşu hakkındaki 2560 sayılı Kanun'da, bu kurumun Genel Kurul, Yönetim Kurulu ve Genel Müdürlük ile yönetileceği, denetçileri vasıtasıyla denetim yapılacağı, yıllık faaliyet ve yatırımlarının bilançolarda belirlenip, genel kurulun onayına sunulacağı ve bütçesinin kamu iktisadi teşebbüslerinde uygulanan bütçe formülüne göre düzenleneceği açıklandığına göre, bu kuruluşun özel hukuk hükümlerine göre idare edilen bir kamu kuruluşu olduğunun kabulü gerekir.

Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da 2560 sayılı Kanuna tabi olan İSKİ'nin "gördüğü hizmet kamu hizmeti ise de, faaliyetini özel hukuk kuralları altında yapması itibariyle TTK.nun 18/1 nci maddesi anlamında tacir sayılacağını ve tacir olan davalı ile davacı arasındaki haksız fiilden kaynaklanan ( TTK.nun 3 ncü maddesi ) davaya bakma görevinin adli yargının görevine girdiğini YHGK.nun 21.09.1983 gün ve Esas 1980/ll - 2721 Karar, 1983/823 ve YHGK.nun 29.11.1995 gün Esas 1995/ll - 647 Karar 1995/1043 sayılı kararlarında benimsenmiştir.

Ayrıca, İSKİ'nin abonelerinden kullanma suyu ve atık sular için talep ettiği bedel konusunda çıkan uyuşmazlıklarda adli yargının görevli olduğu benimsenmişken, ( Yargıtay HGK 16.10.1996 gün Esas 1996/13-346, Karar 1996/699 ) sayılı kararı aynı kurumun şahıslara karşı haksız eyleminden dolayı idari yargının görevli olduğunu söylemek, 2560 sayılı Yasanın uygulanmasında çelişki yaratacağından benimsenmesi de mümkün değildir.

Bu durumda tacir olan İSKİ ile davacının sigortalısı arasında haksız fiilden kaynaklanan davaya bakma görevinin adli yargıya ait olduğu gözönünde bulundurularak, işin esasına girilmesi, taraf delillerinin toplanarak hasıl olacak sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davacı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 20.12.2004 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

19. HUKUK DAİRESİ

E. 1999/4793

K. 1999/7676

T. 14.12.1999

• GARANTİ SÖZLEŞMESİNİN NİTELİĞİ VE KAPSAMI ( Garanti Edilen Kredi Sözleşmesinde Borçlu Aleyhine Akdi Yükümlülüklerin Ağırlaştırılması )

• ÜÇÜNCÜ ŞAHSIN FİİLİNİ TAAHHÜT ( Garanti Verenin Bilgisi Dışında Borçlunun Akdi Yükümlülüklerinin Ağırlaştırılmasının Sözleşme Kapsamına Girmemesi )

• KREDİ SÖZLEŞMESİNDE GARANTİ VERENİN SORUMLULUĞUNUN KAPSAMI ( Garanti Verenin Bilgisi Dışında Borçlunun Akdi Yükümlülüklerinin Ağırlaştırılması )

• BORÇLUNUN AKDİ YÜKÜMLÜLÜKLERİNİN GARANTİ VERENİN BİLGİSİ DIŞINA AĞIRLAŞTIRILMASI ( Garanti Verenin Sorumluluğunun Kapsamı )

818/m.110

ÖZET : Garanti sözleşmesi üçüncü şahsın fiilini taahhüt niteliğinde olup kefalet sözleşmesi niteliğinde bulunmadığından garanti verenin sorumluluk limitinin gösterilmesi zorunlu değil ise de garanti sözleşmesi belli bir riski garanti etmelidir. Garanti sözleşmesi ile garanti edilen risk kredi sözleşmesinin tarafları arasındaki asıl ilişkiden tamamen bağımsız olmakla birlikte riski, garanti sözleşmesinde atıf yapılan sözleşme belirlemektedir. Hangi riskin garanti edildiği belli edilmeden örneğin her türlü borç ilişkisinden doğmuş ve doğacak tüm alacakların garanti edilmesi garanti sözleşmesi ile bağdaşmaz. Garanti verenin muvafakati olmadan esas akdi ilişkideki koşulların borçlu aleyhinde ağırlaştırılması veya borçlunun yeni yükümler üslenmesi garanti edilen riskin kapsamı dışında kalır.

DAVA : Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın Kısmen kabulüne kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalılar vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, davacı ile dava dışı Lokman usta arasında düzenlenen kredi kartı sözleşmesini davalıların garanti eden sıfatıyla imzaladıklarını, ihtarnameyle borcun ödenmesinin istenmiş olmasına rağmen ödenmediğini ve girişilen takibe de itiraz edildiğini iddia ederek, itirazın iptaliyle takibin devamına ve %4= tazminata hükmedilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Halit Yaşarkurt vekili cevabında, müvekkilinin kefalet limitinin 100.000.000-TL olduğunu, davacının kendi Kusuru ile zarara sebebiyet verdiğini belirterek davanın reddiyle %40 tazminata hükmedilmesini istemiştir.

Davalı Munise Özgün cevap vermemiş duruşmalara katılmamıştır.

Mahkemece, dosya içeriği ve bilirkişi raporuna göre, Kredi hesabının 25.2.1997 tarihinde kat edildiği, davalı borçlular Halit'in 8.3.1997 tarihinde Munise'nin ise 10.3.1997 tarihinde temerrüde düştükleri, davalıların icra takibine karşı 100.000.000-TL'nın üzerindeki borca itiraz ettikleri, sözleşmeyi garanti eden sıfatıyla imzaladıkları ve borcun tümünden sorumlu oldukları gerekçesiyle itiraz edilmeyen 100.000.000-TL.lık kısım yönünden davanın reddine, davalıların takip dosyasına yaptıkları itirazlarının iptaliyle toplam 875.446.486-TL'lık alacağın tahsilini teminen ve asıl alacak olan 627.473.184-TL'ye takip tarihinden itibaren %135 faiz ve %5 BSMV yürütülmek ve takipten sonraki ödemeler icraca nazara alınmak suretiyle takibin devamına, Kabul edilen 775.446.486-TL üzerinden %40 oranındaki 310.178.594-TL tazminatın davalılardan müteselsilen tahsiline dair verilen hüküm davalılar vekillerince temyiz edilmiştir.

Garanti sözleşmesi BK.nun 110. maddesinde düzenlenmiş olan 3. şahsın fiilini taahhüt niteliğinde olup kefalet sözleşmesi niteliğinde bulunmadığından garanti verenin sorumluluk limitinin gösterilmesi zorunlu değil ise de garanti sözleşmesi belli bir riski garanti etmelidir.

Garanti sözleşmesi ile garanti edilen risk kredi sözleşmesinin tarafları arasındaki asıl ilişkiden tamamen bağımsız olmakla birlikte riski, garanti sözleşmesinde atıf yapılan sözleşme belirlemektedir. Hangi riskin garanti edildiği belli edilmeden örneğin her türlü borç ilişkisinden doğmuş ve doğacak tüm alacakların garanti edilmesi garanti sözleşmesi ile bağdaşmaz. Öte yandan garanti verenin muvafakati olmadan esas akdi ilişkideki koşulların borçlu aleyhinde ağırlaştırılması veya borçlunun yeni yükümler üslenmesi garanti edilen riskin kapsamı dışında kalır.

Bu durumda mahkemece, garanti sözleşmesinin yapıldığı tarihteki kredi koşulları dikkate alınmak suretiyle garanti veren davalıların sorumluluğunun belirlenmesi gerekirken bu hususlar gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulmasında isabet görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün davalılar yararına BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde iadesine 14.12.1999 gününde oybirliği ile karar verilmiştir.

T.C.

YARGITAY

19. HUKUK DAİRESİ

E. 2001/5951

K. 2002/3304

T. 2.5.2002

• İTİRAZIN İPTALİ ( Bankaca Yapılan Kredi ve Kefalet Sözleşmesi Uyarınca Ödenmeyen Tutarın Tahsili İçin Yapılan Takibe Vaki İtirazın İptali İstemi )

• KEFİLİN SORUMLULUĞU ( Kefalet Limiti ve Kendi Temerrüdünün Hukuki Sonuçlarıyla ve Limitin Aşılması Halinde Oluşacak Temerrüd Faizinden Sorumlu Olmaları )

• TEMERRÜT FAİZİ ( Kefalet Limiti Miktarının Aşılması Halinde Kefalet Limiti İle Sınırlı Olarak Asıl Borçtan ve Temerrüde Düştükleri Tarihten İtibaren Temerrüd Faizinden Sorumlu Olması )

2004/m.67

ÖZET : Kefilin sorumluluğu, kefalet limiti ve kendi temerrüdünün hukuki sonuçları ile sınırlıdır. Somut olayda hesabın kat edildiği tarihindeki borç bakiyesi davalıların kefalet limitlerinden fazla olduğundan, davalı kefiller kefalet limitleri ile sınırlı olarak asıl borçtan ve ayrıca temerrüde düştükleri tarihinden itibaren de oluşacak temerrüt faizinden sorumludurlar.

DAVA : Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Kefilin sorumluluğu, kefalet limiti ve kendi temerrüdünün hukuki sonuçları ile sınırlıdır. Somut olayda hesabın kat edildiği 14.1.1999 tarihindeki borç bakiyesi davalıların kefalet limitlerinden fazla olduğundan, davalı kefiller kefalet limitleri ile sınırlı olarak asıl borçtan ve ayrıca temerrüde düştükleri 30.1.1999 tarihinden itibaren de oluşacak temerrüt faizinden sorumludurlar. 8.2.1999 tarihinde borçlu tarafından yapılan 17.835.282.011.-TL tutarındaki ödemenin, borç tutarından düşülmesi gerekirken bu yönler gözetilmeden düzenlenen bilirkişi raporunda belirtilen görüş doğrultusunda hüküm tesis isabetli değildir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı banka vekilinin yerinde görülen temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde iadesine, 2.5.2002 gününde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

19. HUKUK DAİRESİ

E. 2001/8987

K. 2003/459

T. 21.1.2003

• KEFİLİN SORUMLULUĞU ( Kefalet Limiti ve Kendi Temerrüdünün Hukuki Sonuçları İle Sınırlılığı )

• KEFALET LİMİTİ ( Kefilin Sorumluluğunun Sınırı )

• KEFİLİN TEMERRÜDÜ ( Düşürüldüğü Tarihden İtibaren İşleyecek Temerrüt Faizinden Sorumlu Olduğu )

818/m.490

ÖZET : Kefilin sorumluluğu, kefalet limiti ve kendi temerrüdünün hukuki sonuçları ile sınırlıdır.

DAVA : Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalılar tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, davalıların murisi Ahmet Okutulmuş'un müvekkili banka ile Nisan Tarım Ürünleri San.Tic.Ltd.Şti. arasında imzalanan genel kredi sözleşmesinden kaynaklanan borçtan müşterek borçlu müteselsil kefil sıfatı ile sorumlu olduğunu, bu kişi müvekkili banka tarafından temerrüde düşürüldükten sonra vefat ettiği için icra takibine mirasçıları aleyhine girişildiğini, haksız itiraz nedeniyle takibin durduğunu beyan ederek itirazın iptaliyle takibin devamını, davalılardan % 40 icra inkar tazminatının tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalılar ortak beyanlarıyla davanın reddi ile davacıdan % 40 tazminat alınması gerektiğini savunmuşlardır.

Mahkemece benimsenen bilirkişi raporuna göre davanın kısmen kabulüne, hükmedilen miktarın % 40'ı oranındaki icra inkar tazminatının davalılardan tahsiline karar verilmiş, hüküm davalılar tarafından temyiz edilmiştir.

1 - Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere göre davalıların diğer temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2 - Kefilin sorumluluğu kefalet limiti ve kendi temerrüdünün hukuki sonuçları ile sınırlıdır. Somut olayda kefalet limiti 5.000.000.000.- TL. olup, kefilin 19.1.2000 tarihinde temerrüde düşürüldüğü anlaşılmaktadır. Bu durumda davalılar kefalet limiti olan 5.000.000.000.- TL. ile bu miktara 19.1.2000 tarihinden itibaren işleyecek temerrüt faizinden sorumlu oldukları halde, bu hususlar gözetilmeden düzenlenen bilirkişi raporunun hükme esas alınması isabetsizdir. Mahkemece yapılacak iş açıklanan ilkeler doğrultusunda bilirkişiye hesaplama yaptırılarak hasıl olacak sonuca göre bir karar vermekten ibarettir.

SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalıların diğer temyiz itirazlarının reddine, ( 2 ) nolu bentte açıklanan nedenlerle hükmün davalılar yararına ( BOZULMASINA ), peşin harcın istek halinde iadesine oybirliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

19. HUKUK DAİRESİ

E. 2004/6597

K. 2004/9878

T. 11.10.2004

• DOĞALGAZ TÜKETİM BEDELİNİN TAHSİLİ TALEBİ ( Abonelik Sözleşmesinin Davalının Ticari İşletmesiyle İlgili Olması - Tacirler Arasındaki ihtilaflarda Tüketici Mahkemesi'nin Görevli Olmaması )

• GÖREVLİ MAHKEME ( Doğalgaz Tüketim Bedelinin Tahsili Davasında - Abonelik Sözleşmesi Davalının Ticari İşletmesiyle İlgili Olduğundan Tüketici Mahkemesinin Görevli Olmaması )

• ABONELİK SÖZLEŞMESİNİN TİCARİ İŞLETMEYLE İLGİLİ OLMASI ( Doğalgaz Tüketim Bedelinin Tahsili Davasında Görevli Mahkeme )

• TÜKETİCİ MAHKEMESİ'NİN GÖREVLİ OLMAMASI ( Davacı Tacirin Ticari İşletmesiyle İlgili Doğalgaz Tüketim Bedelinin Tahsili Davasında )

4077/m.11/A,23

6762/m.20,21

ÖZET : Dava, doğalgaz abonesi olan davalı şirketin işyerinde doğalgaz tüketim borcunu ödememesi nedeniyle davacı tarafından alacağın tahsili için yapılan icra takibine vaki itiraz üzerine açılan itirazın iptali davasıdır. Davacı şirket ile davalı şirket tacir olup, taraflar arasında düzenlenen abone sözleşmesi davalının ticari işletmesi ile ilgilidir. Bu durumda mahkemece, tacirler arasındaki ihtilafların çözümünde 4077 Sayılı Yasanın uygulanamayacağı ve uyuşmazlığın hallinin genel mahkemelerde yapılması gerekeceği düşünülmeden yazılı gerekçe ile görevsizlik kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

DAVA : Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı dava dilekçesinin reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, müvekkili idare ile davalı arasında doğalgaz abonelik sözleşmesi bulunduğunu, davalının doğalgaz tüketim bedelini ödemediğini belirterek 2.049.115.770.-TL. alacağın yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, yanlar arasındaki uyuşmazlığın abone sözleşmesinden kaynaklandığı, 4822 Sayılı Yasa ile 4077 Sayılı Yasaya eklenen 11/A maddesi ile abone sözleşmelerinin bu yasa kapsamına alındığı, anılan yasanın uygulanması ile ilgili her türlü çekişmenin Tüketici Mahkemelerinde görüleceği gerekçesiyle mahkemenin görevsizliğine karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.

Dava, doğalgaz abonesi olan davalı şirketin işyerinde doğalgaz tüketim borcunu ödememesi nedeniyle davacı tarafından alacağın tahsili için yapılan icra takibine vaki itiraz üzerine açılan itirazın iptali davasıdır.

Davacı şirket ile davalı şirket tacir olup, taraflar arasında düzenlenen abone sözleşmesi davalının ticari işletmesi ile ilgilidir.

Bu durumda mahkemece, tacirler arasındaki ihtilafların çözümünde 4077 Sayılı Yasanın uygulanamayacağı ve uyuşmazlığın hallinin genel mahkemelerde yapılması gerekeceği düşünülmeden yazılı gerekçe ile görevsizlik kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün davacı yararına BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde iadesine, 11.10.2004 gününde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

9. HUKUK DAİRESİ

E. 2001/8987

K. 2003/459

T. 21.1.2003

• İTİRAZIN İPTALİ DAVASI ( Kredi Sözleşmesinden Kaynaklanan Borçtan Dolayı Başlatılan İcra Takibine Vaki İtirazın İptali )

• KEFİLİN SORUMLULUĞU ( Kefilin Sorumluluğunun Kefalet Limiti ve Kendi Temerrüdünün Hukuki Sonuçları ile Sınılı Olduğunun Kabul Edilmesi Gereği )

• KEFALET LİMİTİ ( Kefilin Sorumluluğunun Kefalet Limiti ve Kendi Temerrüdünün Hukuki Sonuçları ile Sınılı Olduğunun Kabul Edilmesi Gereği )

2004/m.67

ÖZET : Kefilin sorumluğu kefalet limiti ve kendi temerrüdünün hukuki sonuçları ile sınırlıdır. Somut olayda kefalet limiti 5.000.000.000.-TL. olup, kefilin 19.1.2000 tarihinde temerrüde düşürüldüğü anlaşılmaktadır. Bu durumda davalılar kefalet limiti olan 5.000.000.000.-TL. ile bu miktara 19.1.2000 tarihinden itibaren işleyecek temerrüt faizinden sorumlu oldukları halde, bu hususlar gözetilmeden düzenlenen bilirkişi raporunun hükme esas alınması isabetsizdir.

DAVA : Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalılar tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, davalıların murisi Ahmet Okutulmuş'un müvekkili banka ile Nisan Tarım Ürünleri San.Tic.Ltd.Şti. arasında imzalanan genel kredi sözleşmesinden kaynaklanan borçtan müşterek borçlu müteselsil kefil sıfatı ile sorumlu olduğunu, bu kişi müvekkili banka tarafından temerrüde düşürüldükten sonra vefat ettiği için icra takibine mirasçıları aleyhine girişildiğini, haksız itiraz nedeniyle takibin durduğunu beyan ederek itirazın iptaliyle takibin devamını, davalılardan % 40 icra inkar tazminatının tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalılar ortak beyanlarıyla davanın reddi ile davacıdan % 40 tazminat alınması gerektiğini savunmuşlardır.

Mahkemece benimsenen bilirkişi raporuna göre davanın kısmen kabulüne, hükmedilen miktarın % 40'ı oranındaki icra inkar tazminatının davalılardan tahsiline karar verilmiş, hüküm davalılar tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere göre davalıların diğer temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2-Kefilin sorumluğu kefalet limiti ve kendi temerrüdünün hukuki sonuçları ile sınırlıdır. Somut olayda kefalet limiti 5.000.000.000.-TL. olup, kefilin 19.1.2000 tarihinde temerrüde düşürüldüğü anlaşılmaktadır. Bu durumda davalılar kefalet limiti olan 5.000.000.000.-TL. ile bu miktara 19.1.2000 tarihinden itibaren işleyecek temerrüt faizinden sorumlu oldukları halde, bu hususlar gözetilmeden düzenlenen bilirkişi raporunun hükme esas alınması isabetsizdir. Mahkemece yapılacak iş açıklanan ilkeler doğrultusunda bilirkişiye hesaplama yaptırılarak hasıl olacak sonuca göre bir karar vermekten ibarettir.

SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalıların diğer temyiz itirazlarının reddine, ( 2 ) nolu bentte açıklanan nedenlerle hükmün davalılar yararına BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde iadesine 21.1.2003 gününde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 1999/19-73

K. 1999/106

T. 17.2.1999

• TİCARİ İŞ ( Taraflar Arasındaki İlişkinin Akitten Kaynaklanması Gereği )

• HAKSIZ FİİL ( Taraflardan Birinin Tacir Olmasının Olayın Ticari Mahiyet Almasını Gerektirmeyeceği )

• REESKONT FAİZİ ( Taraflardan Birinin Tacir Olmasının Haksız Fiilden Kaynaklanan Tazminata Reeskont Faizi Uygulanmasını Sağlamayacağı )

• MUNZAM ZARAR ( Tacirin Haksız Fiil Tazminatıyla Karşılanamayan Zararı )

818/m.105

6762/m.3,21

ÖZET : Haksız fiilden doğan ilişkiler türk ticaret kanununda düzenlenmediklerinden, ticari iş niteliğini kazanamazlar. Somut olayda, davacı kurum ile davalı arasındaki ilişki, sözleşmeden değil, haksız fiilden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle olayda, türk ticaret kanununun 21/2. Maddesinin uygulama olanağı bulunmadığından tacir olan davacı, ancak açacağı ayrı bir dava ile borçlar kanununun 105. Maddesindeki koşulları kanıtlamak suretiyle munzam zararını isteyebilir.

DAVA : Taraflar arasındaki "itirazın iptali" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bakırköy Asliye 6. Hukuk Mahkemesi'nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 10.7.1997 tarih ve 1996/405-1997/501 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesi'nin 24.11.1997 tarih ve 1997/7121-9945 sayılı ilamı ile; ( .... 1- Mahkemece toplanıp değerlendirilen delillere, özellikle oluşa ve dosya içeriğine uygun olarak düzenlenen uzman bilirkişi raporunda belirtilen kusur oranının ve tazminata ilişkin hesaplamanın hükme esas alınmasında bir usulsüzlük bulunmamasına ve tazminatın haksız fiilden kaynaklanması nedeniyle alacağın varlığının ve miktarının belirlenmesinin yargılamayı gerektirdiği gözetilerek alacaklı yararına icra inkar tazminatına hükmedilmemesinde ve sigortaca ödenen tazminatın davalının kusuruna isabet eden tazminattan düşülmesinde bir usulsüzlük bulunmamasına göre, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2- Davacının zararının ticari işletmesine dahil araçla ilgili bulunduğu gözetilerek talep doğrultusunda reeskont faizine hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde %30 yasal faize hükmedilmesinde isabet görülmemiştir.... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz Eden: Davacı vekili.

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra, gereği görüşüldü:

KARAR : Ticari iş kavramının hukuki alanı TK.nin 3 ile, 21. maddelerinde çizilmiştir. Anılan maddeler altında üç türlü ticari iş kabul edilebilir.

1 ) Ticaret Kanunu'nda düzenlenmiş olan işler, bir ticari işletmeyi ilgilendirsin ilgilendirmesin veya işlemin taraflarının tacir olmasına da gerek görülmeksizin ticaridir ( TK mad.3 ).

Örneğin ( TK 583, 735, 742.56. vd. maddelerde açıklanan işler ile taşıma sigorta ve bunun gibi işler ), gerçekte de Ticaret Kanunu'nda öngörülmüş işler hukuki yapıları itibariyle ister ticari iş niteliğinde olsun, ister olmasınlar, Ticaret Kanunu'nda düzenledikleri için ticari iştirler.

Hal böyle olunca az yukarıda açıklananların karşıt kavramından çıkan anlama göre, Ticaret Kanunu'nda düzenlenmemiş olan hükümlerin ticari bir olaya uygulama olanağı olsa bile böyle bir iş ticari sayılmaz.

2 ) Ticaret Kanunu kapsamı dışında kalmalarına rağmen bazı işlem, fiil ve işler bir ticari işletmeyi ilgilendirmekte ise ticari iş sayılır ( TK mad.3 ).

Farklı bir anlatımla bir işte iki tarafın tacir olarak görünmesi o işin ticari sayılmasına yeterli değildir. Bir muamele, fiil veya iş'in ticari kabul edilebilmesi için, ayrıca tarafların ticari işletmelerine de ilişkin olması gerekir.

3 ) TK 21/2. maddesi taraflardan yalnız biri için ticari iş niteliğinde olan sözleşmeleri kanunda aksine bir hüküm bulunmadığı sürece diğer taraf içinde ticari iş saymıştır.

Burada yasa koyucu adeta karine yoluyla ticariliği diğer tarafa aksettirmiştir. Aslında böyle bir ticari işin varlığından söz edilmemesi gerekir. Bu durum tacir olmayan kişiler aleyhine hukuki sonuçlar doğurmaktadır. O nedenle; yasa koyucu bu tip işlere iki yönden sınırlama getirmek suretiyle maddenin dar ve sınırlı çerçevede kalmasını amaçlayarak "ticari karine" varsayımını genişletici yoruma tabi tutulmamasına özen gösterilmesini istemiştir. Bu sınırlamaların ilki belirtilen işlerin salt "sözleşme" niteliği arz eden işler olmasının zorunlu kılınmasıdır. Eğer iş ticari iş olan bir sözleşme niteliğini taşımıyorsa diğer taraf için ticari iş sayılması mümkün olmayıp; "Adi iş" sayılır. Diğeri ise, kanunda aksine bir hüküm olmaması gerektiğine ilişkin sınırlamadır. Kanunda aksine bir hüküm bulunuyorsa, bir taraf için ticari iş niteliği arzeden sözleşmelerin diğer taraf içinde ticari iş sayılmasına ilişkin yasal kural uygulanamaz ( TK mad. 20/3; TK mad.82 ).

TK 21/11. maddesinin uygulanabilmesi için aranan önkoşul; az yukarıda anlatıldığı şekilde, taraflar arasındaki ilişkinin bir sözleşmeden kaynaklanmış olması zorunluluğudur. O nedenle taraflar arasındaki ilişki bir haksız fiilden ya da haksız iktisaptan kaynaklanıyorsa bu hükmün uygulanabilme olanağının bulunmadığında kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır. Burada yasa; münhasıran sözleşmeleri ele almış, işletme ile ilgili muamele ve işleri "ticariliğin diğer tarafa aksettirilmesi" veya "ticaret karinesi" olarak nitelendirilen TK 21/2. maddesinden ayrık tutmuştur.

Bu durumda, bir taraf için ticari sayılan husus sözleşme mahiyetini arz etmiyorsa karşı taraf için herhalde ticari sayılmayacaktır.

Bu konu önemini daha çok davanın somut olayında belirgin olduğu üzere haksız fiillerde göstermektedir. Ortada bir haksız fiilin söz konusu olduğu durumlarda; taraflar arasında sözleşmeden kaynaklanan bir hukuki ilişkinin varlığından söz edilemeyeceği için, işin bir taraf yönünden ticari olarak nitelendirilmesi, diğer taraf yönünden de aynı nitelendirmede bulunulmasını hukuken haklı göstermez. Dahası; haksız fiilden doğan ilişkiler Ticaret Kanunu'nda da düzenlenmedikleri için bu nedenle de ticari iş niteliğini kazanamayacakları kaçınılmazdır.

Tüm açıklamaların ışığı altında davanın çözümüne bakıldığında tacir olan davacı kurum ile davalı arasında sözleşmeden doğan bir hukuki ilişki bulunmayıp, haksız fiilden kaynaklanan ilişki bulunmaktadır. O nedenle davada TK 21/2. maddesinin uygulama olanağından söz edilemeyeceğine göre tacir olan davacı yönünden ticari bir iş niteliği kabul edilemez. Bu durumda tacir olan davacı ancak açacağı ayrı bir dava yoluyla BK 105. maddesindeki yasal koşulları kanıtlamak suretiyle munzam zararını isteyebilir.

Hal böyle olunca hükmedilen tazminata yürütülecek faiz reeskont faizi değil, yasal faizdir. O nedenle mahkemenin direnme kararı usule ve yasaya uygun olup onanmalıdır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alınmış olduğundan başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 17.2.1999 tarihinde, oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

Uyuşmazlık PTT aracına vaki haksız fiil nedeni ile hükmolunacak tazminata reeskont faizi mi? yoksa kanuni faiz mi? Uygulanması gerekeceğine ilişkindir.

PTT idaresinin tacir olduğu, haksız fiile maruz kalan otonun ticari işletmeye ait bulunduğu ve husule getirilen maddi zararın ticari işletmeye ilişkin bulunduğu tartışmasızdır.

3095 sayılı kanuni faiz ve temerrüt faizine ilişkin kanunun 2. maddesinin üçüncü fıkrası " ödeme yerinde ve ödeme zamanındaki banka iskontosu yukarıda açıklanan miktardan fazla ise, arada sözleşme olmasa bile TİCARİ İŞLERDE TEMERRÜT FAİZİ, TC Merkez Bankası'nın kısa vadeli krediler için öngördüğü REESKONT FAİZİ oranına göre istenebilir" şeklindedir.

Bunun açık anlamı: Ticari işler için reeskont faizi istenebileceği olup; bu durumda ne tür işlerin ticari iş olduğunun; değişik bir anlatımla ticari işletmeye yönelik bir haksız fiilin de ticari işlerden madut bulunup bulunmadığının belirlenmesi gerekmektedir.

TTK'nin 3. maddesi "Bu kanunda tanzim olunan hususlarla bir ticarethane veya fabrika yahut TİCARİ ŞEKİLDE İŞLETİLEN DİĞER BİR MÜESSESEYİ İLGİLENDİREN bütün muamele, FİİL ve İŞLER TİCARİ İŞLERDENDİR" şeklindedir. Bu maddenin anlamı da açık olup; ticari şekilde işletilen bir müesseseyi ilgilendiren ve bu müesseseye yönelik bulunan ( haksız fiiller dahil ) bilumum fiillerin ticari iş olarak kabulü icap etmektedir. Zira bir iş ve fiilin ticari sayılması hukuka uygun bulunması koşuluna bağlanmamıştır.

yukarıda belirtildiği gibi somut olay, tacir olan PTT idaresinin, ticari şekilde işletilmekte bulunan müessesesine ait bir olaya haksız fiil ika olunmasından ibaret olup; bu haksız fiilin ticari iş olarak nitelendirilmesi gerekeceği açıktır. böyle bir fiilin müesseseyi ilgilendirmeyen bir fiil olduğu söylenemez.

Bu durumda ticari iş niteliğinde olan haksız fiilden dolayı zarar gören tacir durumundaki PTT idaresi lehine reeskont faizine hükmolunması zorunludur. Nitekim 3095 SK'nin 2/3. maddesindeki "arada sözleşme olmasa bile" şeklindeki hüküm haksız fiillere de reeskont faizi uygulanabileceğini göstermektedir.

Kaldı ki; 3095 sayılı kanunun 2/3. maddesinde "ticari iş" tabiri doğrudan kullanılmayıp; bu anlama gelebilecek başka bir tabir kullanılmış olsa idi dahi; TTK'nin 1462. maddesinin "bu kanundan gayri olan ticari hükümlerde geçen ticari muamele, mevaddi ticariye, ticari mukavele sözleri, bu kanunun 3. maddesindeki TİCARİ İŞLERİ ANLATIR" şeklindeki hükmü icabı olarak söz konusu maddedeki ticari iş tabiri, TTK'nin 3. maddesi doğrultusunda anlamlandırılıp, somut olaydaki haksız fiilin ticari iş olarak nitelendirilmesi gerekecekti.

TTK'nin 21. maddesi tacirin borçlarına ve mukavelelere ilişkin olup; tacirin alacakları ve fiillerle ilgili olmadığından, somut olayda uygulama yeri bulunmamaktadır.

3095 sayılı kanundan önceki döneme bakıldığında ticari olmayan işlere kanuni faiz uygulandığı halde, ticari işler için kanuni faziin iki katı miktarındaki ticari faizin uygulanması gerektiği görülür. Bunun sebebi, yasa koyucunun temerrüt halinde ticari olmayan işlere nispetle ticari işlerde daha fazla kazanç ve daha fazla zarara uğrama ihtimali buunduğunu benimsemesidir. Aynı düşüncenin 3095 sayılı kanuna değişik boyutta aktarılmış olması da haksız fiile maruz kalan tacir lehine reeskont faizi uygulanmasının kanun koyucunun amacına uygun düşeceğini göstermektedir.

Açıklanan nedenlerle PTT idaresi yararına reeskont faizi uygulanamayacağına ilişkin ısrar kararı yasaya uygun bulunmamakla bozulması gerektiği kanaatiyle sayın çoğunluğun onama görüşüne katılmıyorum.

T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2000/19-90

K. 2000/96

T. 16.2.2000

• HAKSIZ FİİL ( Taraflardan Birinin Tacir Olması Ticari Nitelendirmeyi Sağlamayacağından Reeskont Faizine Hükmedilemeyeceği )

• TİCARİ İŞ KARİNESİ ( Haksız Fiillerde Söz Konusu Olmaması )

• REESKONT FAİZİ ( Haksız Fiilde Ticari İş Karinesi Söz Konusu Olmadığından Hükmedilemeyeceği )

6762/m.3,21

818/m.41,103

ÖZET : Haksız fiilden doğan ilişkiler ticaret yasasında düzenlenmediğinden ticari iş sayılmaz ve bu fiillerden kaynaklanan alacaklara yürütülecek faiz reeskont faizi değil yasal faizdir.

DAVA : Taraflar arasındaki "tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Şişli Asliye 3. Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 3.6.1997 gün ve 1993/822-1997/528 sayılı karanın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 16.1.1998 gün ve 1998/5796-6935 sayılı ilamı ile; ... 1 - Mahkemece toplanıp değerlendirilen delillere, özellikle oluşa ve dosya içeriğine uygun olarak düzenlenen uzman bilirkişi raporunda belirtilen kusur oranının ve tazminata ilişkin hesaplamanın hükme esas alınmasında bir usulsüzlük bulunmamasına göre, davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2 - Zararın, davacı idarenin ticari işletmesi ile ilgili araçta meydana gelen hasardan doğduğu gözetilerek, talep doğrultusunda reeskont faizine hükmedilmesi gerekirken, % 30 yasal faize hükmedilmesinde isabet görülmemiştir ... gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz Eden: Davacı vekili.

Hukuk Genel Kurulu`nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Ticari iş kavramının hukuki alanı T.K.nun 3 ile 21 nci maddelerinde çizilmiştir. Anılan maddeler altında üç türlü ticari iş kabul edilebilir.

1 - Ticaret Kanunu`nda düzenlenmiş olan işler, bir ticari işletmeyi ilgilendirsin, ilgilendirmesin veya işlemin taraflarının tacir olmasına da gerek görülmeksizin ticaridir ( T.K. md 3 ).

Örneğin ( T.K. 583, 735, 742, 56 vd. maddelerde açıklanan işler ile taşıma, sigorta ve bunun gibi işler ). Gerçekte de Ticaret Kanunu`nda öngörülmüş işler hukuki yapıları itibariyle ister ticari iş niteliğinde olsun, ister olmasınlar, Ticaret Kanunu`nda düzenlendikleri için ticari iştirler.

Hal böyle olunca az yukarıda açıklananların karşıt kavramından çıkan anlama göre, Ticaret Kanunu`nda düzenlenmemiş olan hükümlerin ticari bir olaya uygulama olanağı olsa bile böyle bir iş ticari sayılmaz.

2 - Ticaret Kanunu kapsamı dışında kalmalarına rağmen bazı işlem, fiil ve işler bir ticari işletmeyi ilgilendirmekte ise ticari iş sayılır ( TK. 3 ).

Farklı bir anlatımla bir işte iki tarafın tacir olarak görünmesi o işin ticari sayılmasına yeterli değildir. Bir muamele, fiil veya işin ticari kabul edilebilmesi için ayrıca tarafların ticari işletmelerine de ilişkin olması gerekir.

3 - T.K. md. 21/2. maddesi taraflardan yalnız biri için ticari iş niteliğinde olan sözleşmeleri Kanunda aksine bir hüküm bulunmadığı sürece diğer taraf için de ticari iş saymıştır.

Burada yasa koyucu adeta karine yoluyla ticariliği diğer tarafa aksettirmiştir. Aslında böyle bir ticari işin varlığından söz edilmemesi gerekir. Bu durum tacir olmayan kişiler aleyhine hukuki sonuçlar doğurmaktadır. O nedenle; yasa koyucu bu tip işlere iki yönden sınırlama getirmek suretiyle maddenin dar ve sınırlı çerçevede kalmasını amaçlayarak "Ticari Karine" varsayımını genişletici yoruma tabi tutulmasına özen gösterilmesini istemiştir. Bu sınırlamaların ilki, belirtilen işlerin salt "sözleşme" niteliği arz eden işler olmasının zorunlu kılınmasıdır. Eğer iş ticari iş olan bir sözleşme nideliğini taşımıyorsa diğer taraf için ticari iş sayılması mümkün olmayıp; "Adi İş" sayılır. Diğeri ise, Kanunda aksine bir hüküm olmaması gerektiğine ilişkin sınırlamadır. Kanunda aksine bir hüküm bulunuyorsa, bir taraf için ticari iş niteliği arzeden sözleşmelerin, diğer taraf için de ticari iş sayılmasına ilişkin yasal kural uygulanamaz ( TK. md. 20/3: TK. md. 82 ).

TK. 21/11. maddesinin uygulanabilmesi için aranan ön koşul; az yukarıda anlatıldığı şekilde, taraflar arasındaki ilişkinin bir sözleşmeden kaynaklanmış olması zorunluluğudur. O nedenle taraflar arasındaki ilişki bir haksız fiilden ya da haksız iktisaptan kaynaklanıyorsa bu hükmün uygulanabilme olanağının bulunmadığında kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır. Burada yasa; Münhasıran sözleşmeleri ele almış, işletme ile ilgili muamele ve işleri "ticariliğin diğer tarafa aksettirilmesi" veya "Ticaret Karinesi" olarak nitelendirilen TK. 21/2. maddesinden ayrık tutmuştur.

Bu durumda, bir taraf için ticari sayılan husus sözleşme mahiyetini arz etmiyorsa karşı taraf için her halde ticari sayılmayacaktır.

Bu konu önemini daha çok davanın somut olayında belirgin olduğu üzere haksız fiillerde göstermektedir. Ortada bir haksız fiilin söz konusu olduğu durumlarda; taraflar arasında sözleşmeden kaynaklanan bir hukuki ilişkinin varlığından söz edilemeyeceği için, işin bir taraf yönünden ticari olarak nitelendirilmesi, diğer taraf yönünden de aynı nitelendirmede bulunulmasını hukuken haklı göstermez. Dahası; haksız fiilden doğan ilişkiler Ticaret Kanunu`nda da düzenlenmedikleri için bu nedenle de ticari iş niteliğini kazanamayacakları kaçınılmazdır.

Tüm açıklamaların ışığı altında davanın çözümüne bakıldığında tacir olan davacı Kurum ile davalı arasında sözleşmeden doğan bir hukuki ilişki bulunmayıp haksız fiilden kaynaklanan ilişki bulunmaktadır. O nedenle davada TK. 21/2. maddesinin uygulama olanağından söz edilemeyeceğine göre, tacir olan davacı yönünden ticari bir iş niteliği kabul edilemez. Bu durumda tacir olan davacı ancak açacağı ayrı bir dava yoluyla B.K. 105. maddesindeki yasal koşulları kanıtlamak suretiyle munzam zararını isteyebilir.

Hal böyle olunca hükmedilen tazminata yürütülecek faiz reeskont faizi değil yasal faizdir. O nedenle mahkemenin direnme kararı usule ve yasaya uygun olup onanmalıdır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, 16.2.2000 gününde, oyçokluğu ile karar verildi.

T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2001/19-534

K. 2001/583

T. 4.7.2001

• KEFALET SÖZLEŞMESİ ( Garanti Sözleşmesiyle Mukayese-Kredi Kartı Sözleşmesi )

• KREDİ KARTI SÖZLEŞMESİ ( Kullanılan Garanti Şerhi İbaresinin Kefalet Niteliğini Değiştirmemesi )

• GARANTİ ŞERHİ İBARESİ ( Kredi Kartı Sözleşmesinde-Kefalet ve Garanti /Üçüncü Şahsın Fiilini Taahhüt/ Sözleşmesi )

• GARANTİ SÖZLEŞMESİ ( Kefalet Sözleşmesiyle Mukayese-Kredi Kartı Sözleşmesi )

• ÜÇÜNCÜ ŞAHSIN FİİLİNİ TAAHHÜT ( Kefalet Sözleşmesiyle Mukayese-Kredi Kartı Sözleşmesi )

818/m.18,19,20,98,110,484,492,496,497

ÖZET : Hiçbir menfati olmayan, ticari bir gaye gütmeyen, sadece dostane ilişkiler nedeniyle tüketime yönelik banka kredi kartı kullanmasına imkan tanımak için verilen teminatın, garanti beyanı adı altında da olsa bir garanti sözleşmesi amacı ile değil, kefalet amacı ile verildiğinin kabulü gerekir.

DAVA : Taraflar arasındaki "itirazın kaldırılması" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; ( Ödemiş İkinci Asliye Hukuk Mahkemesi )nce davanın reddine dair verilen 21.12.1999 gün ve 1999/279 E-450 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine,

Yargıtay Ondokuzuncu Hukuk Dairesinin 18.12.2000 gün ve 2000/7107-8738 sayılı ilamı ile;

( ... Dava konusu uyuşmazlık garanti sözleşmesinden kaynaklanmaktadır. Kanunda özel bir akit türü olarak düzenlenmemiş olan garanti sözleşmesi, BK.nun 110. maddesinde hükme bağlanan üçüncü kişinin fiilini ( edimini ) taahhüt niteliğinde kabul edilmektedir. Fiil tabirinin her türlü edimi karşılayacak şekilde çok geniş bir anlama geldiğinin ve bir para borcunun ifasının da fiil kapsamına girdiğinin kabulü sonucu para borçları yönünden de garanti sözleşmesi yapılabileceği, gerek öğretide gerekse uygulamada çoğunlukla benimsenmiştir. Kefaletten farklı olarak asıl borç ilişkisinden tamamen bağımsız nitelikteki garanti sözleşmesinde şekil serbestisi hakim olup garantinin sınırının önceden belirlenmesi zorunluluğu bulunmamaktadır. Ancak, sözleşme serbestisi sınırsız değildir. BK.nun 19. ve 20. maddelerinde sözleşme serbestisine birtakım sınırlamalar getirilmiştir. Gerçekten bir sözleşmenin geçerli olması için, onun taraflara yüklediği hak ve borçların tereddüde yer vermeyecek şekilde açık, başka bir deyimle konusunun gereği ve yeteri kadar belli ve sınırlı olması gerekir. Belirsizliğin garantisi olmaz. Bu itibarla, limit gösterme şartı bulunmamakla birlikte, garanti sözleşmesinde hangi riskin garanti edildiğinin belli olması ya da garanti edilen riskin boyutlarının tereddüt yaratmayacak biçimde belirlenebilir nitelikte bulunması gerekir. Hangi riskin garanti edildiği belirlenmeden "doğmuş ve doğacak her türlü borcun garanti edildiği"nden söz etmek, boyutları belli olmayan ( belirsiz ) bir edimin garantisi anlamına gelir ki, bu da garanti sözleşmesiyle bağdaşmaz.

Hal böyle olunca, garanti sözleşmesi düzenlendiği anda garanti edilen edimin sınırlarının açıkça belirlenmemiş olması ya da bunu belirlemeye yarayan koşul ve açıklamaların sözleşmede yer almamış bulunması halinde garanti edenin sorumluluğundan söz edilemez. Sözleşmenin düzenlendiği tarihte asıl borçluya açılan kredi miktarının belli olduğu ya da asıl borçlu yönünden kredi limitinin belirlenmiş bulunduğu kredi sözleşmelerinde garanti eden, garanti ettiği edimin boyutlarını görmekte ve risk gerçekleştiğinde sorumlu olacağı miktarı tahmin edebilmektedir. Böyle bir durumda asıl borçluya verilen kredi borcu miktarının ve fer'ilerinin garanti kapsamında kaldığı açıktır. Ancak, özellikle süresiz garanti sözleşmelerinde asıl borçlunun kredi limitinin sonradan yükseltilmesi halinde garanti verenin başlangıçtaki iradesinin yükseltilen limiti de kayıtsız şartsız kapsamına aldığı söylenemez. Garanti edenin, limit artışlarından sorumlu tutulabilmesi için sözleşme koşullarındaki değişikliklerin garanti verene bildirilmesi, onun da bu değişikliklere karşı çıkmamak suretiyle muvafakat etmesi gerekir. Garanti verenin muvafakatı olmadan akdi ilişkideki koşulların borçlu aleyhine ağırlaştırılması veya borçlunun yeni bir takım yükümlülükler üstlenmesi garanti kapsamı dışında kalır. Bunun yanında, muaccel hale gelen borcun, alacaklı banka tarafından uzun süre takip edilmemesi sebebiyle sürüncemede kalmasından dolayı artması halinde garanti edenin meydana gelen artıştan sorumlu tutulamayacağı açıktır. Zira, BK.nun 98. maddesi yollamasıyla akde muhalefet hallerinde de uygulanması gereken aynı Yasanın 44/1. maddesi hükmü ve iyiniyet kuralları karşısında garanti alan ( banka ) kendi kusurlu davranışıyla borcun artmasına sebebiyet vermiş olacağından böyle bir durumda garanti edenin artan borçtan sorumlu tutulması düşünülemez.

Öte yandan, sözleşmede limit aşımının da garanti edildiği durumlarda limit e miktara kadar aşıldığı taktirde garanti edenin sorumlu tutulacağı hususu da artışılması gereken bir konudur. Önceden sınırı belirlenmemiş ise, asıl borçlu yönünden saptanan kredi limitinin makul ( kabul edilebilir ) ölçülerde aşılması durumunda garanti verenin aşılan limitten de sorumlu tutulabileceği ancak, makul ölçüler dışındaki aşırı limit aşımının ( garanti verenin açık ya da zımni muvafakatı olmadıkça ) garanti kapsamı dışında kaldığının kabulü gerekir. Somut olaya gelince, dava konusu kredili bankomat -724 kartı üyelik sözleşmesinde yer alan "garanti şekli" içeriğinden tarafların kefaleti değil garanti sözleşmesini amaçladıkları açıkça anlaşılmaktadır. Bu durumda, uyuşmazlığın BK- 110. maddesi gereğince garanti sözleşmesi hükümleri ile yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde çözümlenmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme sonucu kefalet hükümlerine göre sonuca gidilmesi doğru görülmemiştir. O halde, mahkemece sözleşmedeki akdi ve temerrüt faiz oranları da gözetilerek takip tarihi itibariyle önce asıl borçlunun sorumlu olduğu toplam borç miktarının bilirkişi incelemesi ile saptanması, daha sonra limit aşımının makul ( kabul edilebilir ) ölçülerde olup olmadığı ve borcun artmasında alacaklı bankaya izafe edilebilecek bir kusur bulunup bulunmadığı hususları tartışılmak suretiyle garanti edenin sorumlu olacağı borç miktarının belirlenmesi, hasıl olacak sonuca göre hüküm kurulması gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz olup hükmün bu nedenlerle bozulması gerekirken ilamda yazılı gerekçeyle onandığı anlaşıldığından karar düzeltme isteminin kabulü gerekmiştir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yaprlan yargılama sonunda; mahkemece örıceki kararda direnilmiştir.

Temyiz eden: Davacı vekili Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava konusu uyuşmazlığın çözümü, taraflar arasındaki sözleşme ilişkisinin kefalet sözleşmesi mi, yoksa garanti sözleşmesi mi olduğu noktasında toplanmaktadır. Zira, yerel mahkeme bu ilişkiyi kefalet olarak nitelendirirken, Özel Daire ilişkinin garanti sözleşmesi niteliğinde olduğunu benimsemektedir. Somut olaya girilmeden önce, her iki sözleşmenin nitelikleri ve farkları üzerinde durulmalıdır. Kişisel ( şahsi ) teminat sözleşmelerinin alt kavramlarını oluşturan kefalet ve garanti sözleşmelerinin temel amaçları, esas itibariyle asıl borç ilişkisinin tarafı olmayan üçüncü kişilerce, alacaklıya şahsi teminat ( güvence ) verilmesidir. Her iki sözleşme de temel amaçları itibari ile aynı hedefe yönelmekle birlikte, gerek doktrinde; gerekse bu konudaki uygulamanın öncüsü niteliğindeki 11.6.1969 gün ve 1969/4-6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı'ndaki belirlemelere göre, şu ana farkları bulunmaktadır. Öncelikle kefalet sözleşmesi, BK.nun 484. maddesi hükmü uyarınca, geçerliliği yazılı şekle tabi olması ve ayrıca bu sözleşmede kefilin sorumlu olacağı belirli bir miktar gösterilmesi gerektiği halde, BK:nun 110. maddesindeki "Başkasının Fiilini Taahhüt" başlığı altında düzenlenmiş olan garanti sözleşmesi herhangi bir şekle tabi tutulmadığı gibi, verilen garantinin belli bir limite bağlanmış olması da öngörülmemiştir.

Öte yandan, kefalette, BK.nun 497. maddesi hükmü uyarınca kefil, borçluya ait defileri alacaklıya karşı ileri sürebilme hakkına sahipken, garanti akdinde teminat veren kişiye bu hak tanınmış değildir. Bunların dışında kefil kefaletten doğan borcunu ödedikten sonra BK.nun 496. maddesi hükmü uyarınca asıl borçluya yasadan ötürü dönme ( rücu ) hakkı bulunduğu halde, garanti sözleşmesinde teminat verene bu hak tanınmış değildir. Nihayet, BK..nun 492. maddesi gereğince kefalette, kefilin sorumluluğu asıl borcun geçerli oluşuna ve devamına bağlı iken, bir tür üçüncü kişinin fiilini taahhüt niteliğini taşıyan garanti sözleşmesindeki bağımsızlık ilkesi gereğince bu koşullara tabi tutulmamıştır. Bu farklı hüküm ve sonuçlardan anlaşılacağı üzere, garanti veren kişinin sorumluluğu, kefalet veren kimsenin sorumluluğundan çok daha ağır koşullara tabi tutulmuştur. Bu nedenle sözleşmenin niteliğinin tespit ve yorumunda teminat veren kimsenin iradesi de bu yönden titizlikle değerlendirilmelidir. İşte bu nedenledir ki, doktrinde ve uygulamada ( 11.6.1969 gün ve 1969/4-6 sayılı İBK ) her iki sözleşmenin birbirinden ayırt edilebilmesi için çeşitli kıstaslar belirlenmiştir. Bu kıstaslardan ilk gurubu yardımcı olarak belirlenen kıstaslardır ki, bunlar ana hatları itibariyle; sözleşmede kullanılan deyimler, üstlenilen rizikonun niteliği, borçlu yerine ifa veya tazminat ödeme yükümlülüğü, para borcunun tekeffülü veya bir fiilin tekeffülü gibi kriterlerdir. Bunlar, aşağıda belirtilecek ana kıstasların yanında kullanılması mümkün olan feri nitelikteki kriterlerdir.

Yine doktrin ve anılan İBK.da belirlenmiş olan ana kıstaslara gelince; bunlardan ilki, asli-feri yükümlülük kriteridir. Buna göre, garanti veren bağımsız bir borç altına girmekte olup, bu yükümlülüğün bir başka borç ile ilgisi yoktur. Kefalette ise; asıl olan bir başka borcun ( temel ilişki ) olması verilen teminat ile o borcun ödenmesinin sağlanmasıdır. Doktrine göre de, bir başka borç ilişkisine yollamada bulunulması ferilik karinesini teşkil eder. Ana Kıstaslardan ikincisi, yükümlülüğün kapsam ve niteliği teşkil eder. Buna göre, asıl borçlu gibi yükümlülük altına girme amacını taşıyan sözleşme kefalet, asıl borçlunun borcunu aşabilecek, bir başka deyimle, lehine taahhüt altına girilen alacaklının hiçbir şekilde zarara uğramayacağını temine yönelik sözleşme ise, garanti sözleşmesi olarak nitelendirilmesi gerekmektedir. Ana kıstaslardan bir diğeri ise, menfaat kıstası olup, buna göre kefalet ilişkisinde kefalet verenin bu ilişkide bir yararlanma amacı olmadığı halde; garanti sözleşmesinde ilke olarak, böyle bir teminat verenin yararı olduğudur. Nihayet, ana kıstaslardan bir diğeri ise, kişiye yönelik teminat verme kıstası olup buna göre teminatın bir kişi gözönüne tutularak verilmesi kefalete işaret olacak, böyle değil de objektif olarak belli bir sonucun gerçekleşmesi amacına yönelik olarak verilmesi halinde, garanti sözleşmesinin amaçlandığı kabul edilecektir ( Bütün bu açıklamalar için bkz. Prof. Dr. S. Reisoğlu, Türk Hukukunda ve Bankacılık Uygulamasında Kefalet, Ank. 1992 sh. 78 vd., Prof. Dr. H. Tandoğan, Borçlar Hukuku, Özel Borç İlişkileri, C. II 3. Bası, Ank. 1987, Sh. 818 vd., Prof. Dr. K. Tunçomağ, Türk Borçlar Hukuku, İst. 1997 Cilt I, Sh. 980 vd., Dr. H: Becker, İsviçre Medeni Kanun Şerhi, Borçlar Kanunu, Genel Hükümler, Madde 111 ). Bu şekilde iki sözleşme türü farkları ile kıstasları belirlendikten sonra, bu kriterlerin dava konusu sözleşmeye uygulanarak, niteliğinin saptanması gerekmektedir.

Uyuşmazlığın kaynağını teşkil eden sözleşme "Kredili Bankomat-Kart Sözleşmesi" başlığını taşımakta olup, bununla kredi kartı hamili olan müşteriye belli limitler çerçevesinde kredi açılarak, bu kredinin ATM ve POS cihazları aracılığı ile müşterisine kullandırma amacı güdülmektedir. Bu sözleşmede birinci maddede kart hamiline tahsis edilen kredi limiti 2.500.000.000 TL. olarak belirlenmiştir. Sözleşmenin diğer hükümlerinde ise, teknik açıklamalardan sonra müşterinin kullandığı krediyi geri ödeme koşul ve temerrüdün sonuçlar belirlendikten sonra sözleşmenin taraflarınca imzalandığı ve aynı sözleşmenin hemen altına "Garanti Şerhi" adı altında asıl sözleşmeye yollama yapılarak "Bu sözleşmede yer alan hükümlere göre, Bankomat 724 kart hamili ve ortak kart hamillerinin yükümlülüklerini, doğmuş ve doğacak tüm borçlarını garanti ettiğinden, bu kredi sözleşmesinde belirtilen limitlerin, bankaca tek taraflı olarak veya hamilinin talebi üzerine tespiti ve artırılması veya kart türünün değiştirilmesi ve kartın yenilenmesi, Bankomat 724 kartın kaybedilmesi, çalınması, şifrenin deşifre edilmesi hallerinde doğacak borçlar da dahil olmak üzere, bankaca ödenmesi istenecek meblağları herhangi bir limite bağlı olmaksızın, protesto çekmeye, hüküm elde etmeye ve kart hamilinin rızasını almaya gerek olmaksızın ve bu borçlular ile bankanız arasında ortaya çıkacak herhangi bir uyuşmazlık ve bunun akıbet ve kanuni neticelerini dikkate almaksızın, bankanızın ilk yazılı talebi ve talep tarihinden ödeme tarihine kadar geçecek günlere ait bankanın uyguladığı akdi kredi faizinin %50 artırılması suretiyle hesaplanacak faizi, komisyon; banka ve sigorta muameleleri vergisi, kaynak kullanım destekleme fonu ve diğer her türlü masrafları birlikte ödemeyi gayrikabili rücu olarak kabul ederim" denilerek, garanti veren sıfatı ile limitle sınırlı olmaksızın bu kartın kullanılmasından doğacak tüm borçların ödenmesi taahhüt altına alındığı ve matbu beyanın altında davalının imzası alınmış bulunmaktadır. "Garanti Şerhi" beyanı ve bu beyanda kullanılan sözcük ve deyimleri feri kıstaslardan olan "sözleşmede kullanılan deyimler" kıstasına göre ilk bakışta bir garanti akdinin oluştuğu intibaı bırakıyor ise de, sadece bu deyim ve sözcüklere dayanılarak sözleşmenin niteliğinin belirlenmesi doğru olmayacağı gibi, mümkün de değildir.

Nitekim, yukarıda değinilen 11.6.1969 gün ve 4/6 sayılı İBK.da da Banka Teminat Mektuplarında kullanılan kefalet sözcüğü vurgulamasına rağmen, bu ilişkinin bir kefalet değil, garanti sözleşmesi niteliğinde olduğu açık bir şekilde kabul edilmiştir. Ana kıstasların dava konusu sözleşmeye uygulanmasına gelince; yukarıda da değinildiği üzere Davalının garanti beyanı kredi kartı sözleşmesinin hemen altına alınmış ve bu beyanın başlangıcında da kredi sözleşmesine yollama yapılarak bu sözleşmeden doğan ve doğacak borçlar için davalıdan teminat beyanı alınmış olmakla, garanti beyanı asli unsur olmaktan çıkmış, feri nitelik yani kefalet amacına yönelik olduğu intibaı borçluya verilmiş bulunmaktadır.

Keza, bu beyanın genel anlamından teminat verenin bağımsız bir borç değil, kredi kartı müşterisi asıl borçlunun sorumluluğu yüklenilmiş olmakla, ikinci ana kıstas bakımından da bir garanti sözleşmesinin varlığından söz edilemez. Diğer bir ana kıstas olan, teminat veren kimsenin bu sözleşmeyi yapmakta menfaati olduğu belirlenemediği gibi, bu husus davacı bankaca da ileri sürülüp kanıtlanabilmiş değildir. Nihayet, kişiye yönelik teminat verme amacı gerek sözleşme, gerekse garanti beyanından açıkca anlaşılmaktadır. Zira, verilen teminat, kredi sözleşmesinin müşterisi ve asıl borçlusu Hüseyin isimli kişinin borçlarını karşılamaya yöneliktir. Bağımsız ve objektif bir amaca yönelik teminat verilmiş değildir. O halde, tüm ana kıstasların uygulanması sonucu davalının garanti beyanı adı altındaki beyanlarının bir garanti sözleşmesi amacı ile değil, kefalet amacı ile verildiği sonucu ortaya çıkmaktadır. BK.nun 18. maddesi uyarınca da davalının bu iradesinin bir kefalet amacına yönelik olduğunun kabulü gerekir.

Hiçbir menfaati olmayan, ticari bir gaye gütmeyen, sadece dostane ilişkiler nedeniyle tüketime yönelik banka kredi kartı kullanmasına imkan tanımak için verilen teminatın amacına aykırı olarak yorumlanması yasanın yukarıda anılan hükmüne aykırılık teşkil eder. Nitekim İsviçre Federal Mahkemesi de 17 Kasım 1987 de verdiği bir kararda gerçek kişiler tarafından verilen garantilerin daha ziyade kefalet olarak görünmeleri gerektiğini ifade etmiştir ( Bkz. Jdt 1988 1 189 Yargıtay Kararları Işığında Kredi Kartları Prof. Dr. Erden Kuntalp, Ticaret Hukuku ve Yargıtay Kararları, Sempozyumu XIII. 1996 sh: 297 ). Asıl kredi sözleşmesinde limit belli olduğuna ve garanti beyanında da bu sözleşmeye yollama yapıldığına göre, 12.4.1944 gün ve 14/13 sayılı İBK. gereğince, kefaletin asli unsuru olan limit belirlemesinin de kefalet sözleşmesinde de gerçekleştiğinin kabulü gerektiğinden, davalı Mustafa'nın bu sözleşmedeki taahhüdünün kefalet olması gerektiği yönündeki isabetli olan teşhiş ve tesbite dayalı olarak mahkemece verilen direnme kararı yerinde bulunmaktadır.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan sebeplerden dolayı direnme kararı yerinde olup, işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Ondokuzuncu Hukuk Dairesine gönderilmesine, 4.7.2001 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

Dava konusu uyuşmazlık, taraflar arasında düzenlenmiş olan bankomat kredi kartı üyelik sözleşmesinde "Garanti Şerhi" başlıklı bölümde yer alan açıklamalar karşısında tarafların gerçekte bir garanti sözleşmesini mi? Yoksa kefalet sözleşmesini mi? amaçladıklarının saptanması noktasında toplanmaktadır.

Garanti sözleşmesi kanunda özel bir akit türü olarak düzenlenmemiş olmakla birlikte BK. 110. maddesinde hükme bağlanan üçüncü kişinin fiilini ( edimini ) taahhüt bir nevi garanti sözleşmesi olarak kabul edilmiştir. Fiil sözcüğünün her türlü edimi karşılayacak şekilde çok geniş bir anlama geldiğinin ve bir para borcunun ifasının da fiil kapsamına girdiğinin kabulü sonucu para borçları yönünden de garanti sözleşmesi yapılabileceği, gerek öğretide gerekse uygulama çoğunlukla benimsenmiştir. Esasen, karz akitlerinde garanti sözleşmesi yapılamayacağı yolunda bir görüş de ileri sürülmemiştir. Uyuşmazlık, dava konusu sözleşmenin "Garanti Şerhi" başlığını taşıması ve içeriğinde de garanti hükümleri yer almasırıa rağmen kefalet olarak yorumlanıp yorumlanamayacağı yönündedir. Bilindiği gibi Türk Hukuku, sözleşme özgürlüğünü temel bir ilke olarak kabul etmiştir. Gerçekten, T.C Anayasasının 48/1, maddesine göre "Herkes... sözleşme özgürlüğüne sahiptir." BK.nun 19. maddesi gereğinçe; "Bir sözleşmenin konusu ve içeriği, kanunun gösterdiği sınır dairesirıde serbestçe tayin olunabilir. Kanunun kesin biçimde emrettiği kurallara veya kanuna muhalefet, ahlaka ( adaba ) veya kamu düzenine ya da kişilik haklarına aykırı olmadıkça iki tarafın yaptıkları sözleşmeler geçerlidir." Sözleşme özgürlüğü kavramı çeşitli anlamlarda kullanılır. Bunlardan biri de sözleşmenin içeriğini düzenleme serbestisidir. Buna göre taraflar, bir yandan sözleşmenin tipini, diğer yandan da sözleşmenin içeriğini, yani edimlerin miktarını, konusunu, süre ve tarzını serbestçe tayin edip seçerler. Taraflar sözleşmenin tipini ve içeriğini, tayinde, Borçlar Kanununda düzenlenmiş belirli bir sözleşmeyi seçebilecekleri gibi, burada düzenlenmemiş sözleşmeleri, yani isimsiz sözleşmeleri de seçebilirler. Bu son sözleşmelere örnek olarak sulh sözleşmesi, garanti sözleşmesi vb. gibi sözleşmeler gösterilebilir. Görüldüğü üzere, para borçları yönünden de garanti sözleşmesi yapılabileceği konusunda kuşku duymamak gerekir. Bir sözleşmenin Garanti mi? Yoksa kefalet mi olduğunun saptanabilmesi için herşeyden önce bu iki müessese arasındaki farkların ve daha sonra da kefalet-garanti ayrımında yararlanılabilecek kıstasların bilinmesinde fayda vardır. BK.nun 483. vd. maddelerinde hükme bağlanmış olan kefalet ile, BK. 110. maddesine dayandırılan garanti sözleşmesi arasında şu farklar mevcuttur.

1- Kefaletin geçerli olabilmesi için yazılı şekilde yapılması ve kefilin sorumlu olacağı limitin gösterilmiş bulunması şart olduğu halde garanti sözleşmesi geçerlik yönünden şekle tabi olmadığı gibi garanti limitinin gösterilmesi zorunluluğu da yoktur.

2- Kefil, asıl borçluya ait def'ileri alacaklıya karşı ileri sürmek hakkına sahip olduğu halde, garanti sözleşmesinde garanti verenin üçüncü kişiye ait def'ileri ileri sürme hakkı yoktur.

3- Adli kefalette, kefilin sorumluluğu asıl borçlu aleyhine girişilecek takibin sonuçsuz kalması koşuluna bağlı olduğu halde garanti sözleşmesinde risk gerçekleştiğinde garanti alan derhal garanti verene başvurabilir.

4- Kefalette kefilin sorumluluğu asıl borcun varlığına ve geçerliliğine bağlıdır. Yani. fer'i borçtur. Garanti sözleşmesinde ise taahhüt edenin borcu asıl borçtan tamamen bağımsız olup asıl borç veya üçüncü şahsın borcunun sona ermesi garanti yükümlülüğünü etkilemez. 5- Kefil, ödediği oranda alacaklının haklarına halef olur ve borçluya rücu edebilir. Garanti verene ise kanuni hâlefiyet hakkı tanınmamıştır. Ancak, taraflar sözleşme ile bunu kararlaştırabilir. 6- Süreli ve süresiz kefaletlerde kanun koyucu BK.nun 493 ve 494. maddelerinde kefili koruyucu özel hükümler koymuştur. Süresiz garanti sözleşmesinde ise garanti verenin garanti alana BK.nun 494. maddesine benzer şekilde başvurmasına olanak tanıyacak bir yasa hükmü yoktur. Aralarındaki farkları bu şekilde belirledikten sonra Kefalet-Garanti ayrımında yararlanılabilecek kıstaslara kısaca değinmekte yarar bulunmaktadır.

1 ) Fer'i yükümlülük -asli yükümlülük kıstası Kefaleti garanti sözleşmesinden ayırt eden en bariz nitelik, kefaletin fer'i olmasına karşılık garanti sözleşmesinin bağımsız niteliğidir. Garanti sözleşmesi ile garanti veren bağımsız bir borç altına girmektedir. Buna karşılık kefalet, başkasına ait yabancı bir asıl borca ihtiyaç gösterir. Ancak, kefilin başkasına ait bir borç, garanti verenin ise kendi borcu için sorumlu olması her somut olayda bir ayrıma imkan vermemektedir. Bu; yüzden de yükümlü üçüncü bir şahsın bulunması halinde, tekeffülün bir kefalet mi? Yoksa garanti sözleşmesi mi olduğunun tesbiti için diğer kıstaslara başvurmak zorunludur.

2 ) Tekeffül edenin kefaleti aşan bir yükümlülük yüklenmesi kıstası Bazı hukukçular, eğer yüklenilen mükellefiyet kefilin sorumluluğunu aşıyorsa garanti sözleşmesinin kabulü gerektiği fikrindedirler. Bu fikre göre sorulması gereken soru şudur: Acaba tekeffül eden, alacaklının ( olayımızda banka ) hiçbir şekilde zarara uğramayacağını mı temirı etmekte, yoksa sadece borçlu gibi mi yükümlülük altına girmektedir? Birinci halde garanti sözleşmesi, ikinci halde kefalet vardır.

3- Tekeffül edenin menfaat durumu kıstası Bu kıstasa göre somut bir olayda tekeffül edenin şahsi bir menfaatinin bulunup bulunmadığına bakılacaktır. Şahsi bir menfaatin varlığı garanti sözleşmesine işaret sayılacak, aksi takdirde bir kefaletin mevcudiyeti kabul edilecektir. Ancak, menfaat her zaman açık olarak kendini göstermeyebilir. Kefalette kefil ile borçlu arasında gizli bir menfaat söz konusu olabileceği gibi, hiçbir menfaate dayanmaksızın garanti sözleşmesi yapılabilmesi de mümkündür. Tekellüf edenin menfaatinin bulunduğu bir olayda kefaletin kabul edilemeyeceği şeklinde bir kural koymak mümkün değildir. Zira kefalet bir yardım arzusu sonucu olabileceği gibi bazen bir menfaat karşılığı da olabilir.

Aynı şeyler garanti sözleşmesi için de söylenebilir. Yani garanti sözleşmesinde de mutlaka bir menfaatin varlığından söz edilemez. Tamamen bir yardım arzusunun sonucu olarak da garanti sözleşmesi yapılabilir. O haide bu kıstas tek başına kesin bir ayırıma imkan vermemektedir.

4- Şahsa yönelik ilgi kıstası Kefil, borç altına girerken alacağın her ne şekilde olursa olsun ödeneceğini değil; fakat bu borçlu tarafından ödeneceğini temin etmektedir. Kefilin ilgisi borçlunun şahsına yöneliktir. Sonuç ikinci planda kalmaktadır. Böylece teminatın bir şahıs gözönünde tutularak verilmesi kefalete, bir sonucun gerçekleşmesi için verilmesi garanti sözleşmesine işaret sayılacaktır. Her olayda diğer vakıalarla birlikte bu özelliğin de araştırılması gerekir.

Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olaya baktığımızda, taraflar arasındaki sözleşmenin kefalet değil garanti sözieşmesi olduğunun kabulü gerekir. Şöyleki; Sözleşmenin bütünü incelendiğinde görüleceği gibi hiçbir yerinde "kefalet" ya da bunu çağrıştıracak kelime veya deyime yer verilmemiştir. Garanti Şerhi başlıklı bölümde açıkça: "kart hamili ve ortak kart hamillerinin doğmuş ve doğacak tüm borçlarının garanti edildiğinden söz edilmiştir. Ayrıca "kartın kaybedilmesi, çalınması, şifrenin deşifre edilmesi hallerinde doğacak borçlar da dahil olmak üzere, bankaca ödenmesi istenecek meblağların herhangi bir limitle bağlı olmaksızın protesto çekmeye, hüküm almaya ve kart hamilinin rızasını almaya gerek .olmaksızın ve borçlular ile banka arasında ortaya çıkacak herhangi bir uyuşmazlık ve bunun akibet ve kanuni neticeleri dikkate alınmaksızın bankanın ilk yazılı talebi üzerine kararlaştırılan temerrüt faizi ve diğer hür türlü masraflarla birlikte gayrikabili rücu olmak üzere ödeneceğinin garanti edildiği" açıkça yazılmıştır. Görüldüğü gibi, sözleşmedeki söz ve deyimler titizlikle seçilmiş olup tarafların gerçek iradelerinin kefalet değil, garanti olduğunu en ufak bir kuşkuya yer vermeyecek şekilde ortaya koymaktadır. Zira, davalı bağımsız bir borç üstlenmiştir. Kefaletteki fer'ilik unsuru olayımızda mevcut değildir. Çünkü tekeffüi edilen borç, asıl borçlunun ödemesi haline bağlanmamış, banka talep ettiği anda ödeneceği kararlaştırılmıştır. Bu hal bağımsız bir borç üstlenildiğinin açık göstergesidir.

Öte yandan, kefaleti aşan bir yükümlülük söz konusudur. Bankanın hiçbir şekilde zarara uğramayacağı garanti edilmiştir. Kartın çalınması, kaybedilmesi, şifrenin deşifre edilmesi hallerinde doğacak borçların da garanti edilmiş olması bunu göstermektedir. Kefalette sadece borçlunun borcu ödememesi halinde borcun tekeffül edilmesi hali mevcuttur. Olayımızda ise borcun ödenmemesi dışında kalan birtakım olaylar sonucunda oluşabilecek zararlar da garanti altına alınmıştır. Böylece, somut olayda, kefaletteki şahsa bağlılık ilkesinden de söz etmek mümkün değildir. Netice esas alınmıştır. Bu da kefaletin değil, garanti sözleşmesinin amaçlandığını göstermektedir. Sözleşmede "banka ile borçlular arasındaki uyuşmazlık ve bunun akibet ve kanuni neticeleri dikkate alınmaksızın bankanın ilk yazılı talebi üzerine borcun ödeneceği" kararlaştırılmıştır. Bilindiği gibi adi kefalette asıl borçluya gidilmeden ve onun hakkındaki takip semeresiz kalmadan kefile başvurulması mümkün değildir ( BK. 486 ).

Sözleşmede "müteselsil" ibaresi olmadığına göre kefalet olarak yorumlandığında ancak adi kefalet biçiminde düşünülebilir ki, bu halde anılan sözlerin sözleşmede yer almaması gerekirdi. Tüm bu nedenlerle, dava konusu sözleşmenin kefalet olarak yorumlanmasının mümkün olmadığı, tarafların gerçek iradelerinin garanti sözleşmesi yönünde belirmiş ve birleşmiş bulunduğu açıkça anlaşılmaktadır. Garanti sözleşmesinin sorumluluk sınırının ne olması gerektiği ise dairemiz bozma kararında ayrıntılı şekilde ortaya konmuştur.

Bu itibarla, dairemizin bozma kararı usule, yasaya ve sözleşme hükümlerine uygun olduğundan yerel mahkemenin direnme kararının bozulması gerektiği görüşüyle sayın çoğunluğun onama yönünde oluşan kararına katılamıyoruz.

Y.Mete Günel
19. Hukuk Dairesi Başkanı

Şükrü Saraç
19. Hukuk Dairesi Üyesi

T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2002/19-426

K. 2002/513

T. 12.6.2002

• KEFİLİN SORUMLULUĞU ( Kefaletten Kurtulma Hakkından Peşinen Feragat Edilebileceği - Süresiz Kredi Sözleşmesine Kefalette Borcun Sıfırlanmasının Kredi Sözleşmesinin Sona Erdiği Anlamına Gelmeyeceği ve Kefilin Sorumluluktan Kurtulamayacağı/Kefilin Bankaya Gönderdiği İhtarnameyle Borç Miktarını Sorması ve Bundan Sonra Kullandırılacak Kredilerden Sorumlu Olmayacağını Bildirmesine Rağmen Kredi Kullandıran Bankanın İyiniyetli Sayılamayacağı ve Kefilin Sorumlu Tutulamayacağı )

• SÜRESİZ KREDİ SÖZLEŞMESİNE KEFALET ( Kefaletten Kurtulma Hakkından Peşinen Feragat Edilebileceği - Borcun Sıfırlanmasının Kredi Sözleşmesinin Sona Erdiği Anlamına Gelmeyeceği ve Kefilin Sorumluluktan Kurtulamayacağı )

• FERAGATİN GEÇERLİ OLMASI ( Kredi Sözleşmesinde Kefilin Kefaletten Kurtulma Hakkından Peşinen Feragat Etmesi )

• KREDİ SÖZLEŞMESİNE KEFALET ( Kefaletten Kurtulma Hakkından Peşinen Feragat Edilebileceği - Borcun Sıfırlanmasının Kredi Sözleşmesinin Sona Erdiği Anlamına Gelmeyeceği ve Kefilin Sorumluluktan Kurtulamayacağı )

• BANKANIN KÖTÜNİYETLİ KREDİ KULLANDIRMASI ( Kredi Borçlusunun Ödeme Gücüne Duyduğu Güveni Kaybeden Kefilin Bankaya İhtarname Çekerek Borç Bakiyesini Sorması ve Bundan Sonra Kullandırılacak Kredilerden Mesuliyet Kabul Etmeyeceğini Bildirmesine Rağmen Bankanın Kredi Kullandırması - Kefilin Sorumlu Tutulamayacağı )

• KÖTÜNİYETLİ BANKANIN KULLANDIRDIĞI KREDİDEN KEFİLİN SORUMLU TUTULAMAMASI ( Kefilin Bankaya Gönderdiği İhtarnameyle Ödeme Gücüne Duyduğu Güveni Kaybettiği Borçlunun Borç Bakiyesini Sorması ve Bundan Sonra Kullandırılacak Kredilerden Mesuliyet Kabul Etmeyeceğini Bildirmesine Rağmen Bankanın Kredi Kullandırması )

818/m.142,487/2,493,494

6762/m.7,20/2,21/2

4721/m.2

ÖZET : 1. B.K.nun 493 ve 494. maddeleri emredici nitelikte olmadığından, kefil, daha kredi sözleşmesi kurulurken, anılan hükümlerle kendisine kefaletten kurtulma olanağını veren haklarından peşinen feragat edebilir.

2. Kredi sözleşmesi süresiz olarak düzenlenmiş ve borçlu ile banka arasında cari hesap şeklinde yürüyen bir borç ilişkisi varsa, kredi borcunun herhangi bir tarihte sıfırlanmış olması, tek başına, kredi sözleşmesini sona erdiren bir neden olarak kabul edilemeyeceği için, bu tarihten sonra yeni bir kredi kullandırılması, yeni bir borç ilişkisi olarak kabul edilemez. Kefil, geçerli bir kefalet sözleşmesinin kurulmasından sonra, tek taraflı olarak kefaletini geri alamaz. Kefaletten vazgeçme beyanında bulunulduğu tarihte, cari hesap ilişkisinde borç bakiyesinin sıfır olması da bu sonuca etkili değildir.

Ne var ki, davalı kefilin, kredi borçlusunun ödeme gücüne olan güven duygusunu kaybettiği, o nedenle, 19.6.1992 günlü ihtarnameyi göndererek, o tarih itibariyle mevcut borç bakiyesinin kendisine bildirilmesini istediği, ayrıca, tebliğ tarihinden sonra borçluya kullandırılacak kredilerden dolayı sorumluluk kabul etmeyeceğini bildirdiği; davacı bankanın, söz konusu irade beyanına yönelik herhangi bir cevap vermediği, buna rağmen, borçluya daha sonra yeni bir kredi kullandırdığı görülmektedir.

Davacı bankanın, borçluya açıklanan şekilde yeni bir kredi kullandırmasının iyiniyet kurallarıyla bağdaşmadığının, dolayısıyla, davalı kefilin, sonradan kullandırılan bu nakdi krediden dolayı herhangi bir sorumluluğu bulunmadığının kabulü zorunludur.

DAVA : Taraflar arasındaki "itirazın iptali" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara Asliye 6. Ticaret Mahkemesince davanın reddine dair verilen 9.7.1997 gün ve 1997/61-314 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine,

Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 11.12.2000 gün ve 2000/8434-8577 sayılı ilamı,

( ...Davacının müteselsil kefil olarak imza koyduğu kredi sözleşmelerinin 12/4 maddesinde belirlendiği şekilde, B.K.nun 493 ve 494. maddelerinde kefile tanınan haklardan feragat ettiği anlaşılmaktadır.

BK'nun 493 ve 494. maddeleri emredici nitelikte bulunmadığından, kefilin anılan yasa hükümleri ile kendisine tanınan haklardan başlangıçta vazgeçmesi olanaklıdır. Süresiz kefalette kefilin B.K.'nun 494. maddesindeki haklardan başlangıçta feragati, onu borçlu ile birlikte sözleşme devam ettiği sürece yükümlülük altına sokar.

Öte yandan, davalı banka ve dava dışı kredi borçlusu arasında bağıtlanan süresiz kredi sözleşmesinden doğan ve borçlu cari hesabı şeklinde işleyen kredi ilişkisinde, bir tarihte hesabın borç bakiyesi vermemesi, başka bir anlatımla borcun sıfırlanması sözleşmeyi sona erdirmez. Bu nedenle borç sıfırlandıktan sonra borçluya tekrar kredi kullandırılması yeni bir borç ilişkisi niteliğinde olmadığından davalının BK'nun 494. maddesinde öngörülen haklardan feragatinin bu aşamada da geçerliliğini koruyacağı ve sözleşmeden doğan kefalet sorumluluğunun devam edeceği kuşkusuzdur.

Bu bağlamda, Yüksek Yargıtay'ca oluşturulan konuya ilişkin kararlarda, davacı banka ile kredi borçlusu arasındaki kredi ilişkisinin henüz tamamen sona ermediği hallerde, sözleşmede belirtilen limitle sınırlı kalmak kaydıyla borca kefalet etmiş ve BK'nun 493 ve 494. maddelerinde yer alan haklardan feragat etmiş bulunan kefilin, bir tarihte hesabın sıfırlanması nedeniyle sorumluluktan kurtulamayacağı öngörülmüş bulunmaktadır.

İsviçre Federal Mahkemesi de bir kararında, konuyu ayrıntılı olarak inceleyerek, İBK'nun 503 ( B.K.'nun 494. ) maddesinin kamu düzenini ilgilendirmediği diğer bir deyişle buyurucu nitelikte kabul edilemeyeceği gerekçesiyle anılan yasa maddesindeki haklardan feragat eden kefilin, asıl borçlu kadar uzunca bir süre yükümlülük altında bulunduğu sonucuna varmıştır. ( Türk Hukukunda Bankacılık Uygulamasında Kefalet Prof.Dr. Reisoğlu sh.242 )

Bununla beraber BK'nun 494. maddesindeki haklarından feragatin kefili, alacaklının keyfine tabi kılacağı da söylenemez. Bu feragatin neticesi olarak kefilin, asıl borçlu kadar uzun bir zaman yükümlülük altına girme iradesini ortaya koymuş bulunduğunun kabulü gerekir. İki kimsenin birlikte borçlu olarak müteselsilen mükellefiyet yüklenmesini ve aralarında anlaşarak birinin hakiki borçlu diğerinin ise aslında garanti veren durumunda olmasını kanun koyucu kabul etmektedir. BK'nun 494. maddesindeki haklarından alacaklıya karşı feragat eden müteselsil kefilin durumu da budur. Böylece, öğretide belirtildiği, hatta sorunu "lege feranda" olarak inceleyen yazarların da vurguladığı gibi BK'nun 494. maddesinin emredici bir hüküm olmayıp, sözleşme ile bertaraf edilebilir nitelikte olduğunun kabulü gerekir.

Her ne kadar İsviçre kefalet hukukunda yapılan değişiklikle kefilin BK'nun 494. maddesindeki haklardan feragatinin hükümsüzlüğü kabul edilmişse de, Borçlar Kanunumuzda aynı doğrultuda bir değişiklik yapılmadığı sürece bu yöndeki feragatin geçerliliğinin kabulü gerektiği kuşkusuzdur.

Hal böyle olunca, mahkemece yukarıda açıklanan hususlar gözetilmeden, davalı kefilin BK'nun 494. maddesinde tanınan haklardan feragatinin mevcut borca yönelik olup, borç sıfırlandıktan sonra kullandırılan kredi borcu yönünden anılan haklardan feragatinin sözkonusu olamayacağı gerekçesiyle yazılı şekilde hüküm kurulmasında isabet görülmemiştir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, itirazın iptali istemine ilişkindir.

Davacı vekili, davacı Banka ile dava dışı Tekgüç Ltd. Şti. arasındaki iki ayrı genel ticari kredi sözleşmesinin, davalı şirket tarafından müteselsil kefil sıfatıyla imzalandığını, kredi borçlusunun ve davalı kefilin bu sözleşmelerden kaynaklanan borcu ödememeleri üzerine, önce muacceliyet ihtarı gönderilip, semeresiz kalması üzerine de haklarında icra takibi yapıldığını, davalının borca haksız olarak itiraz ettiğini ileri sürerek, itirazın iptaline karar verilmesini istemiştir.

Davalı vekili, davalı tarafından davacıya gönderilen 19.6.1991 günlü ihtarnamede, kefaletin kaldırıldığının ve o tarihten sonra davacı bankaca yapılacak kredi ödemelerinden sorumluluk kabul edilmeyeceğinin bildirildiğini, bu ihtardan sonra kredi borçlusunun borcu tamamen ödeyip kapattığını, ihtara rağmen davacı sonradan borçluya yeni bir kredi kullandırmış ise, bundan davalı kefilin sorumlu olmayacağını savunarak davanın reddini istemiştir.

Yerel mahkemenin, davalı kefil tarafından davacıya gönderilen 19.6.1991 günlü ihtarnamenin 23.6.1992 günü tebliğ edildiği, o tarih itibariyle kredi borçlusunun davacı bankaya herhangi bir borcu bulunmadığı, dolayısıyla davalı kefilin de borcunun kalmadığı, o tarihten sonra kredi borçlusuna yapılan kredi ödemesinin davalı kefili borç altına sokmayacağı gerekçesine dayalı, davanın reddine yönelik kararı, Yüksek Özel Daire'ce yukarıdaki gerekçeyle bozulmuş; mahkeme, gerekçesini tekrar ederek ve ayrıca, kefilin sözleşmeyle B.K.nun 493 ve 494. maddesinde yazılı haklardan vazgeçtiğine ilişkin beyanının hukuken geçerli de olmadığını belirterek, önceki kararında direnmiştir.

Davacı bankanın, dava dışı kredi borçlusu Tekgüç Ltd. Şti. ile aralarında düzenlenen 1.8.1990 ve 20.8.1991 tarihli iki ayrı kredi sözleşmesiyle, anılan şirkete kredi verdiği; her iki sözleşmenin davalı şirket tarafından müteselsil kefil sıfatıyla imzalandığı; sözleşmelerin 12. maddelerinde, kefilin, B.K.nun 493 ve 494. maddelerinde kendisine tanınan haklardan feragat ettiğine ilişkin hükümler bulunduğu, 29. maddelerinde ise, kredi sözleşmelerinin süresiz olarak aktedildiği hususunun açıklandığı; davalı kefilin, davacıya gönderdiği 19.6.1992 tarihli ihtarnameyle, hem sözleşmelerden kaynaklanan borcun tutarının kendisine yedi gün içinde bildirilmesini isteyip, hem de, ihtarnamenin tebliği tarihinden itibaren kredi borçlusuna kullandırılacak kredilerle ilgili olarak kefaletini kaldırdığı hususunu bildirdiği; davacı bankaya 23.6.1992 tarihinde tebliğ edilen bu ihtarnameden sonra, kredi borçlusunun 21.7.1992 tarihinde nakdi krediden kaynaklanan tüm borcu ödeyerek hesabı sıfırladığı, ancak, davacı bankanın daha sonra 23.7.1992 tarihinde borçluya yeni bir kredi daha kullandırdığı, görülmekte olan davaya konu icra takibinin, sonradan kullandırılan bu kredi borcunun ödenmediği iddiasıyla başlatıldığı, takipte ayrıca, aynı sözleşmeler uyarınca verilen teminat mektupları bedellerinin de tahsilinin istenildiği, itiraz üzerine görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Açıklanan maddi olgular yönünden taraflar arasında bir uyuşmazlık da bulunmamaktadır.

Görüldüğü üzere, davacı banka ile dava dışı kredi borçlusu arasında, süresiz ve borçlu cari hesabı şeklinde işleyen bir kredi ilişkisi kurulmuştur. Davalı şirket, bu ilişkinin kurulduğu sözleşmelerde müteselsil kefil durumundadır.

Bu noktada, yerel mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlığın üzerinde toplandığı hususların açıklanmasında yarar vardır: Yukarıda belirtilen olgular ve hukuksal durum itibariyle, uyuşmazlık;

-Kefilin, B.K.nun 493 ve 494. maddelerinde kendisine tanınan haklardan sözleşmeyle peşinen feragat etmesinin hukuken geçerli bulunup bulunmadığı,

-Süresiz kefalette, kefilin B.K.nun 494. maddesindeki haklardan başlangıçta sözleşmeyle feragat etmesinin, kendisini borçlu ile birlikte sözleşme devam ettiği sürece yükümlülük altında tutup tutmayacağı,

-Süresiz kredi sözleşmesinden doğan ve borçlu cari hesabı şeklinde işleyen bir kredi ilişkisinde, herhangi bir tarihte kredi borcu sıfırlandıktan sonra borçluya yeniden kredi kullandırılması halinde, kefilin anılan haklardan feragatinin bu yeni kredi yönünden de geçerli olup olmayacağı,

-Kefilin, geçerli bir kefalet sözleşmesi kurulduktan sonra, tek taraflı olarak kefaletten vazgeçmesinin hukuken mümkün bulunup bulunmadığı noktalarında toplanmaktadır.

Hemen belirtilmelidir ki, bozma kararında da ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, B.K.nun 493 ve 494. maddeleri emredici nitelikte olmadığından, kefil, daha kredi sözleşmesi kurulurken, anılan hükümlerle kendisine kefaletten kurtulma olanağını veren haklarından peşinen feragat edebilir; bu feragat hukuken geçerlidir. Yine, eğer kredi sözleşmesi süresiz olarak düzenlenmiş ve borçlu ile banka arasında cari hesap şeklinde yürüyen bir borç ilişkisi varsa, kredi borcunun herhangi bir tarihte sıfırlanmış olması, tek başına, kredi sözleşmesini sona erdiren bir neden olarak kabul edilemeyeceği için, bu tarihten sonra yeni bir kredi kullandırılması, yeni bir borç ilişkisi olarak kabul edilemez. Yeni bir borç ilişkisi kurulmuş olmayacağı için de, kefilin başlangıçtaki feragati, bu yeni kredi açısından da geçerliliğini korur. Eş söyleyişle, kefilin sorumluluğu, yeni kredi açısından da sürer. Nihayet, kefil, geçerli bir kefalet sözleşmesinin kurulmasından sonra, tek taraflı olarak kefaletini geri alamaz. Kefaletten vazgeçme beyanında bulunulduğu tarihte, cari hesap ilişkisinde borç bakiyesinin sıfır olması da bu sonuca etkili değildir.

Yüksek Özel Daire'nin bu yönlere değinen bozma gerekçesi, görüşmeler sırasında Hukuk Genel Kurulu'nca da aynen benimsenmiş; dolayısıyla, direnme kararında yer alan ve bu kabulün tersini öngören; özellikle, kefilin sözleşme sırasında B.K.nun 493 ve 494. maddelerde kendisine tanınan haklardan peşinen feragat etmesinin hukuken geçerli bulunmadığına ilişkin gerekçeler yerinde görülmemiştir.

Ne var ki, yukarıda ayrıntılı olarak ortaya konulan somut olayda, davalı kefilin, kredi borçlusunun ödeme gücüne olan güven duygusunu kaybettiği, o nedenle, 19.6.1992 günlü ihtarnameyi göndererek, o tarih itibariyle mevcut borç bakiyesinin kendisine bildirilmesini istediği, ayrıca, tebliğ tarihinden sonra borçluya kullandırılacak kredilerden dolayı sorumluluk kabul etmeyeceğini bildirdiği; davacı bankanın, kendisine 23.6.1992 günü tebliğ edilen bu ihtarnamedeki, kefaletten vazgeçmeye ilişkin söz konusu irade beyanına yönelik herhangi bir cevap vermediği, borç bakiyesini de bildirmediği; böylece, davalı kefilde, ihtarnamesi sayesinde kendisinin kefaletten kurtulduğu yolunda haklı bir kanaat oluşmasına neden olduğu; buna rağmen, borçluya daha sonra yeni bir kredi kullandırdığı görülmektedir.

Somut olayın bu özellikleri gözetildiğinde, davacı bankanın, borçluya açıklanan şekilde yeni bir kredi kullandırmasının iyiniyet kurallarıyla bağdaşmadığının, dolayısıyla, davalı kefilin, sonradan kullandırılan bu nakdi krediden dolayı herhangi bir sorumluluğu bulunmadığının kabulü zorunludur. Karar bu nedenle onanmalıdır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, ilk görüşmede çoğunluk sağlanamadığından, ikinci görüşmede oyçokluğuyla karar verildi.

KARSI OY YAZISI:

Davacı bankanın, dava dışı kredi borçlusu Tekgüç Ltd. Şti. ile aralarında düzenlenen 1.8.1991 ve 20.8.1991 tarihli iki ayrı kredi sözleşmesiyle anılan şirkete kredi kullandırdığı, her iki kredi sözleşmesinin davalı şirket tarafından müteselsil kefil sıfatıyla imzalandığı, taraflar arasındaki bu kredi sözleşmelerinin belirli süreli olmayan başka bir deyişle süresiz kefalet akdi bulunduğu, banka ile dava dışı kredi borçlusu arasında bu hesabın cari hesap şeklinde işletildiği taraflar arasında uyuşmazlık konusu değildir.

Kredi sözleşmelerinin 12. maddesinde davalı müteselsil kefilin kefaletten kurtulmaya ilişkin B.K.493 ve 494. maddelerindeki haklardan açıkça feragat ettiği anlaşılmaktadır. Bu feragati düzenleyen B.K. 494. maddesinin emredici nitelikte bulunmadığı tartışmasızdır. Kefilin BK.494 maddede kendisine tanınan haklardan başlangıçta tamamen feragat etmesi mümkündür. Nitekim İsviçre Kefalet Hukukunda ( İBK.492/IV ) önceleri bizdeki gibi kefilin önceden feragati geçerli kabul edilmişken sonradan maddeye yapılan ilave ile kefilin 494. maddedeki haklarından feragati geçersiz hale gelmiştir. ( Bkz.Prof.Dr.Seza Reisoğlu Kefalet 1992 sh:242 vd, Prof.Dr.Halûk Tandoğan Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri Cilt:II Dördüncü basım sh:782 )

Somut olayda davalı B.K.nun 493 ve 494.maddelerindeki haklardan açıkça feragat ettiğine, yasal düzenleme ve yerleşik Yargıtay uygulamasına göre bu haktan baştan feragat mümkün olduğuna, bu vazgeçmenin iradeyi sakatlayan bir nedenden kaynaklandığı iddia ve kanıtlanmamış bulunmasına göre, çoğunluğun geçerli vazgeçmeye rağmen davalının BK. 493 ve 494 maddelerindeki haklardan yararlanacağı şeklindeki görüşüne katılma olanağı görülmemiştir.

Davalı, davacı bankaya gönderdiği ve 23.6.1992 tarihinde tebliğ edildiği anlaşılan ihtarname ile, kredi sözleşmelerinde yazılı borç ve bakiyelerinin ödendiğini, bakiyenin sıfır olduğunu, bundan sonra banka tarafından borçluya verilecek kredilere kefil olmayacağını bildirmiştir. Gerçekten bu tarihten sonra banka tarafından borçluya 23.7.1992 tarihinde kredi kullandırıldığı sabittir.

Davacı, davalı hakkında Ankara 10. İcra Müdürlüğünün 1992/11484 sayılı dosyası ile icra takibi yapmış diğer alacakları yanında 198.032.000.- TL. teminat mektupları bedelini de talep etmiştir. Davalının ihtarname tarihi itibariyle, teminat mektupları bankaya iade edilmemiş komisyon vs.nin davalı kefil tarafından bankaya ödendiği anlaşılmaktadır. Davalı kredi sözleşmesi ile verilen nakdi kredi yanında, lehtar borçlu için verilen teminat mektuplarına da kefalet etmiştir.

Dört adet teminat mektubu bedelleri 22.1.1998 tarihinde toplam 68.565.000.- TL. olarak banka tarafından ödendiği anlaşılmaktadır. O halde davalının 23.6.1992 tarihli ihtarının davacı bankaya tebliğ ettirdiği tarih itibariyle teminat mektuplarının bankaya iade edilmediği, riskin devam ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim yıllar sonra risk gerçekleşmiş ve teminat mektubu bedelleri muhataplara ödenmiştir. Bu durumda davalı ihtarının tebliğ edildiği tarihte sayın çoğunluğun görüşü aksine borcun sıfırlanmadığı açık bir gerçektir. Dava dışı borçlu ile banka arasında kredi ilişkisi henüz tamamen sona ermediğine göre bir tarihte borcun sıfırlanması davalı kefili kefaletten kurtarmaz.

Sayın çoğunluk, davalının ihtarına rağmen davacı bankanın borçluya kredi kullandırmasını iyiniyet kuralına aykırı bulduğu anlaşılmaktadır.

TK.nun 3 ve 12/b.8 hükümlerine göre bankacılık işlemleri ile ilgili bilumum muameleler "ticari iş" sayıldığı için herhangi bir bankaya karşı borç altına giren kişi ile bu borca "kefil" olan kişi BK.487/2 ve TK.7 maddesi uyarınca o borçtan dolayı müteselsilen sorumlu olur.

Bu maddeler uyarınca "asıl borçlu" ile o borca "kefil" olan kişi arasında sorumluluk derecesi yönünden hiçbir fark yoktur. Banka alacağının tamamını asıl borçludan ( BK.142 ) tek başına isteyebileceği gibi, müteselsil kefilden de tek başına isteyebilir. İşte bu derece önemli olduğu için her tacir TK.20/2 maddesi uyarınca ticaretine ait bütün faaliyetlerinde, basiretli bir işadamı gibi hareket etmesi gerekir. Bundan amacın, tacirin ticari bir borcu, sözleşme hükümlerine veya işin mahiyetine göre yerine getirip getirmeyeceğine, kefalet ediyorsa kefil olduğu borçlunun borcunu ödeyebilecek ekonomik göstergelere sahip olup olmadığını baştan araştıracak ona göre kefalet edecektir. Banka kredi sözleşmelerinin işleme biçimlerini, temerrüdünün sonuçlarını önceden kestirip kefil olacaktır.

Ortada bu tür yasal düzenlemeler mevcutken, kefilin ben kefalet ilişkisini sona erdirdim, iyiniyetliyim diyerek M.K.nun 2 nci maddesine dayanıp sorumluluktan kurtulması olanaklı değildir. Bu nedenlerle sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.

İhsan DEMİRKIRAN

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Başkanı

KARSI OY YAZISI:

Öncelikle taraflar arasındaki akdi ilişkiyi oluşturan belirli süreli olmayan her iki banka ticari kredi sözleşmesinin 12 nci maddelerindeki açık hükümler karşısında ve bu düzenlemelere dayanılarak davalıca kefaletten kurtulmaya ilişkin B.K.nun 493 ve 494 ncü maddelerindeki haklardan açıkça feragat edilmiş bulunmasına göre, davalının bu haktan yararlanması gerektiğine ilişkin çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.

Bir an için bu görüşe iştirak etmek mümkün olsa dahi, kefilin B.K.nun 493 ncü maddesi hükmünden yararlanabilmesi için borcun "muaccel" olması zorunlu bir ön koşuldur. Davalının bu amaçla davacı bankaya keşide ettiği ihtarnamenin günü olan 19.6.1992 tarihinde, cari kredi sözleşmesi hesabının bankaca katedilmediği gibi, bu tarihten önce bu sözleşmeler gereğince üçüncü kişilere verilen banka teminat mektuplarının da bankaya iade edilmediği diğer bir deyişle, hesabın sıfırlanmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda kefalet edilen borç bakımından "muacceliyet" koşulu gerçekleşmediğinden, davalının çektiği ihtarname tarihinde kefaletten kurtulması mümkün değildir.

Ticari bir krediye verilen kefalette, tacir olan kefilin TTK.nun 7 ve 21/2 nci maddeleri uyarınca basiretli bir tacir gibi davranması gerektiği de dikkate alındığında, mevcut yasal ve akdi düzenlemenin M.K.nun 2 nci maddesi hükmü ile aşılması görüşüne de katılma olanağı bulunmadığı düşüncesi ile karşı oy kullanmış bulunuyoruz.

Işıl ULAŞ Mehmet KILIÇ

Onbirinci Hukuk Dairesi Başkanı Onbirinci Hukuk Dairesi Üyesi

KARSI OY YAZISI:

Dava, süresiz kredi sözleşmesinde müteselsil kefil durumunda bulunan davalının, kredi borçlusu ve diğer kefillerle birlikte kendisi hakkında yapılan icra takibinde, borca itirazının iptali istemine ilişkindir.

Yerel mahkeme ile Dairemiz arasındaki uyuşmazlık, süresiz kredi sözleşmesinde kefilin BK.nun 493 ve 494. maddesindeki kefile tanınan haklardan başlangıçta feragatinin geçerli olup olmadığı ve borçlu cari hesabı şeklinde işleyen kredi ilişkisinde, bir tarihte borç sıfırlandıktan sonra, borçluya tekrar kredi kullandırılması halinde, kefilin söz konusu haklardan feragatinin bu aşamada da geçerliliğini koruyup korumayacağı, dolayısıyla sözleşmeden doğan kefalet sorumluluğunun devam edip etmeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Davacının, müteselsil kefil olarak imza koyduğu kredi sözleşmelerinin 12/4. maddesinde belirlendiği gibi BK.nun 493 ve 494. maddelerinde kefile tanınan haklardan feragat ettiği anlaşılmaktadır.

BK'nun 493. ve 494. maddeleri emredici nitelikte bulunmadığından, kefilin anılan yasa hükümleri ile kendisine tanınan haklardan başlangıçta vazgeçmesi mümkündür. Süresiz kefalette BK.nun 494. maddesindeki haklardan başlangıçtaki feragat, onu borçlu ile birlikte sözleşme ( borç ilişkisi ) devam ettiği sürece yükümlülük altına sokar.

Öte yandan, borçlu cari hesabı şeklinde işleyen kredi ilişkisinde, bir tarihte hesabın borç bakiyesi vermemesi, başka bir anlatımla borcun sıfırlanması sözleşmeyi sona erdirmez. Hal böyle olunca borç sıfırlandıktan sonra borçluya tekrar kredi kullandırılması yeni bir borç ilişkisi niteliğinde olmadığından davalının B.K.nun 494. maddesinde öngörülen haklardan feragatinin bu aşamada da geçerliliğini koruyacağı ve sözleşmeden doğan kefalet sorumluluğunun devam edeceği kuşkusuzdur.

Nitekim, Yüksek Yargıtay'ca oluşturulan konuya ilişkin kararlarda, davacı banka ile dava dışı kredi borçlusu arasındaki kredi ilişkisinin henüz tamamen sona ermediği hallerde, sözleşmede belirtilen limitle sınırlı kalmak kaydıyla borca kefalet etmiş ve B.K.nun 493 ve 494. maddelerinde yer alan haklardan feragat etmiş bulunan kefilin bir tarihte hesabın sıfırlanması nedeniyle sorumluluktan kurtulamayacağı öngörülmüş bulunmaktadır.

Bunun yanında, hükme esas alınan bilirkişi raporunda borcun sıfırlandığı bildirilen tarihte teminat mektupları mer'i durumda olduğuna ve devre komisyonları vs. işlediğine göre asıl borcun sona erdiği, dolayısıyla kefalet sorumluğunun ortadan kalktığını söylemek doğru olmaz.

B.K.nun 494. maddedeki haklardan feragat edilmemiş olsa bile süresiz kefaletlerde, anılan madde hükmü kefile, alacaklıyı tahrik suretiyle asıl borçluyu takip etme imkanını sağlamaktadır. Ancak, ne BK. 494. maddede ne de kefaletle ilgili maddelerin herhangi birinde kefile tek başına borçtan rücu imkanı tanınmış değildir. ( Prof.Dr.Seza Reisoğlu, Türk Hukukunda ve Bankacılık uygulamasında Kefalet, Ankara 1992 Sh. 243 )

Bu durumda, mahkemece yukarıda açıklanan hususlar gözetilmeden, davalı kefilin B.K.nun 494. maddesinde tanınan haklardan feragatinin mevcut borca yönelik olup, borç sıfırlandıktan sonra kullandırılan kredi borcu yönünden anılan haklardan feragatin söz konusu olamayacağı gerekçesiyle yazılı şekilde hüküm kurulmasında isabet görülmediğinden çoğunluk görüşüne katılamıyorum.

Şükrü Saraç

Üye

T.C.

YARGITAY

11. HUKUK DAİRESİ

E. 1988/2597

K. 1998/7405

T. 5.12.1988

• KEFALET ( Kefilin Kredi Sözleşmesindeki Limitle ve Kendi Temerrüdünün Sonuçlarından Sorumlu Olması )

• KEFİLİN SORUMLULUĞU ( Kefilin Kredi Sözleşmesindeki Limitle ve Kendi Temerrüdünün Sonuçlarından Sorumlu Olması )

• TEMERRÜT ( Kefile de Ayrıca İhbar Yazılarak Temerrüde Düşürülmesinin Gerekmesi )

• KREDİ SÖZLEŞMESİ ( Kefilin Kredi Sözleşmesindeki Limitle ve Kendi Temerrüdünün Sonuçlarından Sorumlu Olması )

• REESKONT FAİZİ ( Takip ve Dava Tarihindeki Reeskont Faiz Oranları Belirlenerek Dava Tarihine Kadar Takip Tarihindeki Reeskont Faizinden Davalının Sorumlu Tutulması )

818/m.491

3095/m.2

ÖZET : 1- Davalı kredi sözleşmesinde kefildir. Kefil kredi sözleşmesindeki limitle ve kendi temerrüdünün sonuçlarından sorumludur. Kefile de ayrıca ihbar yazılarak temerrüde düşürülmesi gerekmektedir. Mahkemece bu konuda araştırma yapılmamıştır. Karara esas alınan bilirkişi raporunda hesabın kat tarihindeki ve takip tarihindeki borç miktarı, banka kayıtlarındaki uygulama ve miktarların doğru olup olmadığı, davalının kefil olduğu kredi sözleşmelerindeki limit belirlenmediğinden bilirkişi raporu hükme yeterli değildir. Bu durumda mahkemece, bankacılık işleminden anlayan bilirkişi veya bilirkişilerden yukarıda belirtilen hususlarda yeniden rapor alınarak sonucuna göre karar verilmek gerekirken yetersiz bilirkişi raporu doğrultusunda yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir.

2- 3095 sayılı yasanın 2. maddesi hükmü uyarınca reeskont faizi istenebilir. Takip ve dava tarihindeki reeskont faiz oranları belirlenerek, dava tarihine kadar takip tarihindeki, dava tarihinden sonrası için dava tarihindeki reeskont faizinden davalının sorumlu tutulması gerekirken, banka iskonto faizinden sorumlu tutulması da doğru görülmemiştir.

DAVA : Taraflar arasındaki davadan dolayı Z.......... Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 08/12/1987 tarih ve 208-739 Sayılı hükmün temyizen tetkiki davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dosyadaki kağıtlar okundu gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, müvekkiline devredilen İstanbul Bankasınca dava dışı Özlü Tic. Kol. Şti.’ne kredi kullandırıldığını, davalının kredi sözleşmesinde kefil bulunduğu, hesabın kat edilerek davalı hakkında yapılan icra takibinin davalının itirazı üzerine durduğunu iddia ederek ( 3.179.085.56 ) liranın 31/12/1985 tarihi itibariyle %60 temerrüt faizi %3 gider vergisi, %10 faiz farkı iadesiyle birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, müvekkilinin 15/10/1989 tarihinde davacı banka şubesine başvurarak kefillikten vazgeçtiğini bildirdiğini, bu nedenle müvekkilinin o tarihe kadar ki borçtan sorumlu olabileceğini, istemin fahiş olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia ve savunmaya, bilirkişi raporuna ve toplanan kanıtlara nazaran ( 3.179.085.56 ) lira alacağın 31/12/1985 tarihinden itibaren %67.8 faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.

1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere ve delillerin taktirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalı vekilinin aşağıdaki bent kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2- Davalı kredi sözleşmesinde kefildir. Dairemizin yerleşmiş içtihatlarına göre kefil kredi sözleşmesindeki limitle ve kendi temerrüdünün sonuçlarından sorumludur. BK.nun 491. maddesi uyarınca kefile de ayrıca ihbar yazılarak temerrüde düşürülmesi gerekmektedir. Mahkemece bu konuda araştırma yapılmamıştır. Karara esas alınan bilirkişi raporunda hesabın kat tarihindeki ve takip tarihindeki borç miktarı, banka kayıtlarındaki uygulama ve miktarların doğru olup olmadığı, davalının kefil olduğu kredi sözleşmelerindeki limit belirlenmediğinden bilirkişi raporu hükme yeterli değildir. Bu durumda mahkemece, bankacılık işleminden anlayan bilirkişi veya bilirkişilerden yukarıda belirtilen hususlarda yeniden rapor alınarak sonucuna göre karar verilmek gerekirken yetersiz bilirkişi raporu doğrultusunda yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir.

3- 3095 sayılı yasanın 2. maddesi hükmü uyarınca reeskont faizi istenebilir. Takip ve dava tarihindeki reeskont faiz oranları belirlenerek, dava tarihine kadar takip tarihindeki, dava tarihinden sonrası için dava tarihindeki reeskont faizinden davalının sorumlu tutulması gerekirken, banka iskonto faizinden sorumlu tutulması da doğru görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda bir numaralı bentte açıklanan nedenle davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, iki ve üç numaralı bentlerde açıklanan nedenlerle davalının temyiz itirazının kabulüyle hükmün davalı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcının isteği halinde temyiz edene iadesine, 05/12/1988 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2004/11-359

K. 2004/366

T. 16.6.2004

• MÜTESELSİL BORÇLAR ( Alacaklının Borçlulardan Biri İle İbra Sözleşmesi Yapması - Diğer Borçluların Borçtan Kurtulma Koşulları )

• İBRA SÖZLEŞMESİ ( Alacaklının Müteselsil Borçlulardan Biri İle Yapması - Diğer Borçluların Borçtan Kurtulma Koşulları )

• MÜTESELSİL BORÇLULARIN İBRADAN YARARLANMASI ( Alacaklının İbra Sözleşmesinde Bunu Açıkca Belirtilmesi Veya Borç Senedini İade Etmesi Yada Bütün Borcun Tahsil Edildiğine Dair Makbuz Vermesi )

• MÜTESELSİL BORÇLULAR ARASINDA İÇ İLİŞKİ ( İbra Sözleşmesinin Etkilemeyeceği - İfada Bulunmuş Olan Borçlu İbra Edilerek Borçtan Kurtulan Diğer Borçluya Rücu Edebileceği )

818/m. 141,145

ÖZET : Müteselsil borçlarda alacaklının borçlulardan biri ile ibra sözleşmesi yapması halinde diğer borçluların borcu kural olarak devam eder ancak bazı istisnai hallerde durumun özelliği veya borcun niteliği diğer borçluların da borçtan kurtulmalarını gerektirebilir.

Alacaklının borçlulardan birini borçtan ibra etmesi veya süre vermesi ilke olarak subjektif etki yapar, yani sadece ibra edilen veya süre verilen borçlu hakkında sonuç doğurur. Diğer borçlular bundan yararlanamaz. Ancak, bazen bütün müteselsil borçluların ibradan yararlanması da mümkündür. Özellikle alacaklının ibra veya süre verme sözleşmesinde bunu açıkca belirtilmesi veya borç senedini iade etmesi yada bütün borcun tahsil edildiğine dair makbuz vermesi halinde durum böyledir.

O halde ibra sözleşmesinin müteselsil borçlulardan biri ile yapılması halinde ibra edilen miktarın diğer alacaklılar için de geçerli olması, bu hususun, ibra sözleşmesinden anlaşılmasına bağlıdır. Aksi halde diğer müteselsil borçlular borcun tamamından sorumlu olacaktır. Ancak ibra sözleşmesi borçlular arasındaki iç ilişkiyi etkilemez yani ifada bulunmuş olan borçlu ibra edilerek borçtan kurtulan diğer borçluya rücu edebilir.

DAVA : Taraflar arasındaki "rücuen tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Gaziosmanpaşa 3. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 03.07.2001 gün ve 2000/508 E. 2001/583 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 18.03.2002 gün ve 2001/10132-2002/2467 sayılı ilamı ile; ( ...Davacı vekili, müvekkiline kasko sigortası ile sigortalı aracın, davalıların malik, sürücü ve trafik sigortacısı olduğu aracın tam kusuru ile çarpması sonucu hasarlandığını ileri sürerek, sigortalılarına ödedikleri 464.837.334 TL. nin, 30.09.1999 ödeme tarihinden itibaren reeskont faizi ile davalılardan müteselsilen tahsilini talep ve dava etmiştir

Davalı sigorta şirketi vekili, poliçe limiti ile gerçek hasardan sorumlu olduklarını savunmuştur.

Davalı K. Kargo Ltd.Şti. davaya yanıt vermemiştir.

Davalı İ. A. 23.11.2000 celse davanın reddini talep etmiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamından, davalı sigorta şirketinin 12.08.2000 tarihinde davacıya 226.390.000 TL. ödediği, davacının da trafik sigortacısını hiçbir hakkını saklı tutmadan ibra ettiği, bundan müteselsil borçlu diğer davalıların yararlanacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

Dava, kasko sigorta sözleşmesinden kaynaklanan rücuen tazminat istemine ilişkindir. Davalı aracın trafik sigortacısı olan davalı G. Sigorta Şirketi tarafından davadan sonra 16.08.2000 tarihinde, davacıya 226.390.000 TL. ödenmiş ve ödeme belgesi ibraz edilmiştir. Davacı sigortacı imzaladığı 16.08.2000 tarihli ibraname ile davalı sigorta şirketini mutlak ve gayri kabili olarak ibra ettiğini belirtmesine göre, davalı sigorta şirketinin ödediği miktar ile sorumluluktan kurtulduğunun kabulü gerekir. Davacının davalı G. Sigorta Şirketine verdiği ibranamedeki irade açıklaması, hem sigortacı hem de tazminat borçlusu yönünden ancak sigorta kapsamı ile sınırlı olmak üzere sonuç doğurur. Sigorta haddini aşan tutar için ise, herhangi hukuksal bir sonuç doğurması söz konusu olamaz. Zira, ibra iradesi yöneltilmiş olan sigorta şirketi, tazminat alacaklısı davacıya karşı poliçede yazılı miktardan daha fazla ödeme borcu altında olmadığından, fazlaya ilişkin ibra gereksiz bir işlemdir. Sigortacının gerçek amacı, sigorta şirketini ibra etmek olduğundan sigorta haddine kadar para alırken verdiği ibraname ile zararın geri kalan bölümünden vazgeçtiği sonucu çıkarılmaz. Bu nedenle, sigorta haddi dışında kalan zararını, zarar verenlerden talep edebilir. Yani, trafik sigortacısının ödediği kısmı aşan zararını, zarar veren davalılardan talep etmesi mümkündür. Mahkemece, ödemeye ilişkin bu açıklamalar ve davacı vekilinin 22.05.2000 celse de diğer davalılar yönünden ücreti vekalet, masraf ve faiz yönünden davayı takip ettiklerini açıklamış olduğu dikkate alınarak, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, kasko sigorta sözleşmesinden kaynaklanan rücuen tazminat istemine ilişkindir.

Davacı kasko sigortası vekili, davacı tarafından kasko sigortası yapılan 34 HU ... plakalı aracın, davalıların işleteni, sürücüsü ve sigortacısı olduğu 34 P ... plakalı aracın çarpması sonucu hasara uğradığını, kusurun 8/8 oranında 34 P ... plakalı araçta bulunduğunu ileri sürerek kaza nedeniyle sigortalanan araca ödemiş olduğu 464.837.334 TL nin davalılardan müştereken ve müteselsilen ödeme tarihinde itibaren reeskont faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalılardan sigorta şirketi, sigortalısının kusur oranına isabet eden zarardan poliçe limiti dahilinde sorumlu olduğunu, davadan önce kendisine herhangi bir başvuru olmadığından davanın açılmasına sebebiyet vermediğini, yargılama giderleri ve vekalet ücretiyle sorumlu tutulamayacağını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Diğer davalılardan İsmail A. ise duruşmada davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemenin, davalı sigorta şirketinin yargılama sırasında 226.390.000 TL. ödediği, davacının da davalı zorunlu sigortayı hiçbir hakkını saklı tutmadan ibra ettiği, bu ibradan diğer davalıların da yararlandığı gerekçesiyle davanın reddine dair verdiği karar Özel Dairece yukarıda açıklanan nedenle bozulmuştur.

Özel Daire ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık, müteselsil borçlulardan birinin ibrası halinde diğer borçluların da ibra edilmiş sayılıp sayılmayacağı noktasındadır.

Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle "müteselsil borç" ve "ibra" kavramlarını açıklamakta fayda bulunmaktadır.

Müteselsil borç, sözleşme veya kanun gereği birden fazla borçlunun alacaklıya karşı borcun tamamından sorumlu olduğu, diğer bir deyişle alacaklının edayı her müteselsil borçludan talep edebildiği ve edanın tamamen yerine getirilmesine kadar bütün borçluların sorumluluğunun devam ettiği, borçlulardan birinin borcu ödemesi halinde diğerlerinin de borçtan kurtulduğu borç ilişkisine denir.

Borçlar Kanunu 141 ve devamına göre müteselsil borçta alacaklının hakkı birden çok borçluya karşı tek bir alacaktan ibaret olmayıp, borçluların herbirine karşı ayrı ayrı yönelen ve birbiriyle yarışan birden çok alacaktan ibarettir. Alacaklı her alacak üzerinde ( temlik veya borcun ibrası yoluyla ) ayrı ayrı tasarrufta bulunabileceği gibi alacaklı tarafından yapılan ihtar da sadece ihtar yapılan borçlu açısından sonuç doğurur. Alacaklı borçluların her birinden borcun tamamının ödenmesini isteyebilir ancak borçlulardan biri tarafından yapılan ödeme borcu sona erdirir. ( Prof. Dr. Fikret Eren Borçlar Hukuku Genel Hükümler 8. Baskı sh. 1152 vd; Andreas van Tuhr Borçlar Hukuku sh.785 vd, ).

İbra, borcun sona ermesini sağlayan özel bir sona erme sebebi olup, borç ilişkisini değil, sadece münferit borcu sona erdirir. İbrada borç ilişkisinin taraflarının hukuki bir ilişki içerisine girdiği görülmektedir. Buna göre, borç kendiliğinden sona ermemekte, borcun sona ermesi için, tarafların bunu sağlayacak bir başka işlemi yapmaları gerekmektedir. Bu hukuki işlem, sona erecek borcun taraflarının borcun sona ermesi konusunda yaptıkları bir sözleşmedir. Bu nedenle, borcun sona ermnesi üzerinde borç ilişkisinin taraflarının anlaşmış olmaları gerekir. ( Yard. Doç. Dr. K. Nuri Turanboy İbra Sözleşmesi Ankara 1998 sh. 26 )

Müteselsil borçlarda alacaklının borçlulardan biri ile ibra sözleşmesi yapması halinde diğer borçluların borcu kural olarak devam eder ancak bazı istisnai hallerde durumun özelliği veya borcun niteliği diğer borçluların da borçtan kurtulmalarını gerektirebilir. ( BK. mad.145/ II )

Alacaklının borçlulardan birini borçtan ibra etmesi veya süre vermesi ilke olarak subjektif etki yapar, yani sadece ibra edilen veya süre verilen borçlu hakkında sonuç doğurur. Diğer borçlular bundan yararlanamaz. Ancak, bazen bütün müteselsil borçluların ibradan yararlanması da mümkündür. Özellikle alacaklının ibra veya süre verme sözleşmesinde bunu açıkca belirtilmesi veya borç senedini iade etmesi yada bütün borcun tahsil edildiğine dair makbuz vermesi halinde durum böyledir. ( Eren, sh. 1165; Von Tuhr/Escher, sh, 310 ).

O halde ibra sözleşmesinin müteselsil borçlulardan biri ile yapılması halinde ibra edilen miktarın diğer alacaklılar için de geçerli olması, bu hususun, ibra sözleşmesinden anlaşılmasına bağlıdır. Aksi halde diğer müteselsil borçlular borcun tamamından sorumlu olacaktır. Ancak ibra sözleşmesi borçlular arasındaki iç ilişkiyi etkilemez yani ifada bulunmuş olan borçlu ibra edilerek borçtan kurtulan diğer borçluya rücu edebilir. Federal mahkemenin de bu yönde kararları bulunmaktadır. ( BGE, 33 II 140; BGE 34 II 499 )

Somut olayda davacı sigortacı, sigortalısını 464.837.334 TL. ödediğini ileri sürerek bu miktarı rücuan talep etse de yargılama sırasında yapılan bilirkişi incelemesi sonucunda gerçek zararın 224.000.000 TL.olduğu bildirilmiş olup, davalılardan trafik sigortacısı olan G. Sigorta Şirketi tarafından davadan sonra 226.398.000 TL. ödenmiş, davacı tarafından ibra edilmiştir. Ödenen miktar yönünden diğer davalılar da borçtan kurtulmuş olmakla birlikte, ( borcun ferileri yönünden ) hasar miktarı dışındaki borçtan, sadece ibra edilen davalı güven Sigorta kurtulmuş olup diğer müteselsil borçlular ibranamede bir açıklık olmadığından yukarıdaki açıklamalarda belirtildiği gibi ibranameden faydalanıp borcun-ferilerinden kurtulamazlar. Davacı vekili 22.5.2000 tarihli celsede diğer davalılar hakkındaki davayı faiz yönünden takip ettiğini beyan etmiş olduğundan yukarda anılan ilkeler dikkate alınarak hasıl olacak sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.

Yerel Mahkemece aynı yöne işaret eden Özel Daire Bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usule ve yasaya aykırıdır. Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K. nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 16.06.2004 gününde oybirliği ile karar verildi.

T.C.

YARGITAY

11. HUKUK DAİRESİ

E. 2004/14523

K. 2005/1571

T. 22.2.2005

• TAZMİNAT DAVASI ( Otobüste Yolcu Olarak Bulunulduğu Sırada Meydana Gelen Trafik Kazası Sonucunda Sol Gözünde Kalıcı Şekilde Oluşan Kayıp Nedeniyle Maddi ve Manevi Tazminat Talebi )

• REESKONT ORANINDA TEMERRÜT FAİZİ TALEBİ ( Yolcu Taşıma Akdinin Ticari İş Kapsamında Olması Nedeniyle Merkez Bankasının Kısa Vadeli Krediler için Öngördüğü Reeskont Faiz Oranına Göre İstenmesi )

• TİCARET ÜNVANINDA MADDİ HATA ( Bu Durumda Dava Dilekçesinin Tebliğ Edildiği Şirketin Gerçek Hasım Olduğu ve Davanın Aleyhine Açıldığının Kabul Edilmesinin Gerekmesi )

• TİCARİ İŞ ( Yolcu Taşıma Akdinin Ticaret Kanununda Düzenlenmesi Nedeniyle Ticari İş Kapsamında Değerlendirilmesi ve Merkez Bankasının Kısa Vadeli Krediler için Öngördüğü Reeskont Faiz Oranına Göre Faiz İstenmesi )

• YOLCU TAŞIMA AKDİ ( Ticaret Kanununda Düzenlenmesi Nedeniyle Ticari İş Kapsamında Değerlendirilemesi ve Ticari İşlerde Uygulanan Temerrüt Faizinin Uygulanması )

3095/m.2

6762/m.3,798

ÖZET : Davacının, davalı otobüs firmasına ait araçta yolcu olarak bulunduğu sırada meydana gelen trafik kazası sonucunda sol gözünde kalıcı şekilde oluşan kayıp nedeniyle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere olay tarihinden itibaren işleyecek reeskont oranında temerrüt faiziyle birlikte maddi ve manevi tazminat talep ettiği davada, uyuşmazlık, taşıma akdinden kaynaklandığından, taşıma akdinin 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununda düzenlenmesi nedeniyle ticari iş kapsamında değerlendirilmesi ve 3095 sayılı Kanunda, ticari işlerde temerrüt faizinin, T.C. Merkez Bankası'nın kısa vadeli krediler için öngördüğü reeskont faiz oranına göre istenebileceğinin düzenlenmesi karşısında, mahkemece reeskont faiz oranına göre faiz talebinin kabulüne karar verilmelidir.

Davacının, taşıma işini üstlenen otobüs firmasını hasım gösterirken bu firmanın ticaret unvanını yanlış belirtmek suretiyle yaptığı hatanın maddi hata kabul edilerek mahkemece, dava dilekçesinin tebliğ edildiği şirketin gerçek hasım olduğu ve davanın aleyhine açıldığı kabul edilmelidir.

DAVA : Taraflar arasında görülen davada Ankara Asliye 7. Ticaret Mahkemesi'nce verilen 19.09.2002 tarih ve 1999/293-2002/486 sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, bazı noksanlıkların ikmali için dosya mahalline gönderilmişti. Bu noksanlıkların giderilerek dosyanın gönderildiği anlaşılmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Ahmet Susoy tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, müvekkilinin davalılardan Ö. Otobüs firmasına ait araçta yolcu olarak bulunduğu esnada meydana gelen trafik kazası sonucunda sol gözünde kalıcı olacak şekilde iş ve güçten kayıp meydana geldiğini ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla ( 15.000.000.000 ) TL. maddi ve ( 5.000.000.000 ) TL. manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek reeskont oranında temerrüt faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Ö. Tur. Tic. Ltd. Şti. vekili, müvekkilinin kazaya karışan aracın maliki veya işleteni değil, bilet satış işlemlerini yapan acentesi olduğunu belirterek, davanın reddini istemiştir.

Davalı A. Turizm ve Per. Taş. Oto. ve Gıda Mad. Paz. San. Ltd. Şti. temsilcisi, aracın kazadan önce satılmış olması nedeniyle kendilerine husumet düşmeyeceğini savunmuştur. Davalı H. Sigorta T.A.Ş. temsilcileri, poliçe teminatlarının ( 1.500.000.000 ) - TL. olduğunu bildirmiştir.

Diğer davalı davaya cevap vermemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, dosyadaki kanıtlar ve bilirkişi raporuna nazaran, davacının geçirdiği kaza nedeniyle %4 oranında meslekte kazanma gücünü yitirdiği, davalı A. Tur. Ltd. Şti.'nin araç maliki olmadığı, Ö. Ltd. Şti.'nin acente sıfatıyla bilet sattığı, işleten sıfatının bulunmadığı gerekçeleriyle, ( 6.469.868.408 ) TL. maddi tazminatın davalı sigortacının poliçe teminatıyla sınırlı sorumlu olması kaydıyla, davalılardan H. Sigorta T.A.Ş. ve K.Ş.'den yasal faiziyle birlikte tahsiline, ( 2.000.000.000 ) TL. manevi tazminatın faiziyle birlikte davalı K.Ş.'den tahsiline, fazlaya ilişkin istemin reddine, davalı A. Ltd. Şti. aleyhine açılan dava atiye terkedildiğinden karar verilmesine yer olmadığına, Ö. Ltd. Şti. aleyhine açılan davanın reddine karar verilmiştir.

Karar, davacı vekilince temyiz edilmiştir.

1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacı vekilinin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

2- Davacı vekilince, davalılar arasında Ö. Turizm Tic. Ltd. Şti. ( M. Turizm ) gösterilmiş olup dava dilekçesi içeriği de dikkate alındığında davacının taşıyıcı sıfatına sahip M. Turizm otobüs firmasını hasım gösterdiği açıkça anlaşılmaktadır. Davacının taşıma işini yükümlenen M. Otobüs firmasını hasım göstermekle bu firmanın ticaret unvanını yanlış belirttiği, gerçek hasmının bu firmayı işaret eden M. Turizm Seyahat Ltd. Şti. olduğu görülmektedir. Kaldı ki, yapılan bu maddi hata mahkemece de kabul edilerek dava dilekçesi bu şirkete tebliğ edilmiştir. O halde, mahkemece davanın M. Turizm Seyahat Ltd. Şti. aleyhine açıldığı kabul edilerek, değerlendirmenin buna göre yapılması gerekirken, adı geçen bu davada taraf değilmişçesine hüküm tesisi hatalı olmuştur.

3- Taraflar arasındaki uyuşmazlık, TTK'nın 798 ve davam eden maddelerinde düzenlenen yolcu taşıma akdinden kaynaklanmaktadır. Davacı ile M. Turizm Seyahat Ltd. Şti. arasında taşıma akdi mevcut olup davalılardan bir kısmı taşıma akdine sürücü veya alt taşıyıcı olarak katılmıştır. Taşıma işleri TTK'da düzenlenmiş olup TTK'nın 3. maddesi uyarınca bu kanunda düzenlenen hususların ticari iş sayılmasına ve ayrıca 3095 sayılı Yasa'nın 2. maddesinde, ""ticari işlerde temerrüt faizi, T.C. Merkez Bankası'nın kısa vadeli krediler için öngördüğü reeskont faiz oranına göre istenebileceği"" belirtilmiş olmasına göre, olayda istem gibi reeskont ( 1.1.2000 tarihinden itibaren 4489 sayılı Yasa ile değişik 3095 sayılı Kanunun 2/2. maddesi uyarınca avans oranında ) faizine hükmetmek gerekirken, yasal faize hükmedilmesi doğru olmamış, bu nedenle dahi hükmün davacı yararına bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) nolu bentte açıklanan nedenlerden dolayı, davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, ( 2 ) ve ( 3 ) numaralı bentlerde açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle kararın davacı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 22.02.2005 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

11. HUKUK DAİRESİ

E. 2004/11793

K. 2005/9308

T. 5.10.2005

• KARAYOLUNDAKİ BOZULMADAN DOLAYI ARACIN UĞRADIĞI ZARAR NEDENİYLE TAZMİNAT TALEBİ ( Belediyenin Tacir Niteliğinin Bulunmaması - Zorunlu Kamu Görevi Dolayısıyla Meydana Gelen Zararın Hizmet Kusuru Sonucu Doğmuş Olması ve İdari Yargının Görevli Olması )

• TİCARİ İŞ NİTELİĞİNİN BULUNMAMASI ( Belediyenin Zorunlu Kamu Görevi Niteliğinde Bulunan Karayollarının Bakım ve Onarımını Yapmaması Nedeniyle Araçta Meydana Gelen Hasardan Dolayı Tazminat Yükümlülüğü - Görevli Yargı Yolu )

• HİZMET KUSURU SONUCU MEYDANA GELEN ZARARDAN DOLAYI BELEDİYENİN TAZMİNAT SORUMLULUĞU ( Belediyenin Tacir Sayılmaması ve Zarara Sebep Olan İşin de Ticari İş Niteliğinde Olmaması - Tazminat Davasında Görevli Yargı Yolu )

• GÖREVLİ YARGI YOLU ( Belediyenin Hizmet Kusuru Sonucu Üçüncü Kişilere Verdiği Zarardan Dolayı Açılan Tazminat Davasında - Belediyenin Sorumluluk Alanındaki Karayolundaki Çökme Nedeniyle Davacı Aracının Hasara Uğraması )

2577/m.2

1580/m.15

6762/m.3,11,12/11,14,18/2

ÖZET : Dava, davalı Belediye'nin sınırları içerisinde bulunan yolun çökmesi nedeniyle davacının selefine ait aracın logar kapağına çarpması sonucu hasarlandığı maddi olgusuna dayalı rücuen tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Oysa davalı, TTK.'nun 3 ncü, 11 nci, 12/11 nci, 14 ncü, 18/2 nci madde hükümleri karşısında, tacir değildir ve haksız eylemi de ticari iş niteliği taşımaz. Nitekim, 1580 sayılı Belediyeler Kanunu'nun 15 nci maddesi uyarınca, belediyelerin sorumluluğunda bulunan karayollarının bakım ve onarımı da belediyenin görevleri arasındadır. Belediyenin bu zorunlu kamu görevi dolayısıyla meydana gelen zararlar, hizmet kusuru sonucu doğmuş olacağından, tazminat davasının davalı bakımından çözümlenme yeri, idari yargı merciidir. O halde, mahkemece, dava dilekçesinin yargı yolu bakımından reddine kararı verilmesi gerekir.

DAVA : Taraflar arasında görülen davada K. Asliye 2. Hukuk Mahkemesi'nce verilen 17.06.2004 tarih ve 2003/980-2004/527 sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi A. tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Davacı sigorta vekilinin, TTK.'nun 1301 nci maddesi hükmüne dayalı olarak davalı aleyhine açtığı rücu davası sonucunda, mahkemece, davanın kısmen kabulüne dair tesis edilen hüküm, davalı vekili tarafından temyiz etmiştir.

1- Dava, davalı Belediye'nin sınırları içerisinde bulunan yolun çökmesi nedeniyle davacının selefine ait aracın logar kapağına çarpması sonucu hasarlandığı maddi olgusuna dayalı rücuen tazminat istemine ilişkindir.

Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Oysa, davalı, TTK.'nun 3 ncü, 11 nci, 12/11 nci, 14 ncü, 18/2 nci madde hükümleri karşısında, tacir değildir ve haksız eylemi de ticari iş niteliği taşımaz. Nitekim, 1580 sayılı Belediyeler Kanunu'nun 15 nci maddesi uyarınca, belediyelerin sorumluluğunda bulunan karayollarının bakım ve onarımı da belediyenin görevleri arasındadır. Belediyenin bu zorunlu kamu görevi dolayısıyla meydana gelen zararlar, hizmet kusuru sonucu doğmuş olacağından, tazminat davasının davalı bakımından çözümlenme yeri, idari yargı merciidir. Zira, Kamu hizmetini görmekle yükümlü olan davalı idare, kural olarak özel hukuk hükümlerine tabi değildir. Davacının iddiası, hizmet kusurundan kaynaklanan zarara ilişkin olup, böyle bir davanın, İdari Yargılama Usulü Hakkındaki Kanun'un 2 nci maddesi hükmü uyarınca davalı idare aleyhine tam yargı davası olarak açılması gerekmektedir.

O halde, mahkemece, dava dilekçesinin yargı yolu bakımından reddine kararı verilmesi gerekirken, işin esasına girilerek, yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiştir.

2- Bozma neden ve şekline göre, davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine gerek görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda 1 nolu bentte açıklanan nedenle kararın BOZULMASINA, 2 nolu bentte açıklanan nedenle, davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 05.10.2005 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

No comments: