Thursday, October 19, 2006

IX. HAFTA - MARKA

TICARI ISLETME HUKUKU

“ MARKA

IX. HAFTAYA KONU

YARGITAY KARARLARI

MARKA



MERCİİ

E. YIL

E. NO

K. YIL

K. NO

KARAR TARİHİ


1

YARGITAY

11. HUKUK DAİRESİ

2000

7381

2000

8746

09.11.2000


2

YARGITAY

11. HUKUK DAİRESİ

1999

2086

1999

4505

26.05.1999


3

YARGITAY

11. HUKUK DAİRESİ

1999

3243

1999

5170

14.06.1999


4

YARGITAY

11. HUKUK DAİRESİ

1998

7997

1999

2098

12.03.1999


5

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

2003

11-578

2003

703

19.11.2003


6

YARGITAY

11. HUKUK DAİRESİ

2003

3497

2003

10648

10.11.2003



T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2003/11-578

K. 2003/703

T. 19.11.2003

• TANINMIŞ MARKA ( Tescil Başvurusu/Başka Bir Ülkede Tescilli Olmadığı Başvuru Sahibi Tarafından Beyan Edilen - Tanınmış Bir Marka Olup Olmadığının Davalı Kurumca Değerlendirilemiyeceği )

• TPE'NÜN GÖREVİ ( Tescil Başvurusu/Başka Bir Ülkede Tescilli Olmadığı Başvuru Sahibi Tarafından Beyan Edilen - Tanınmış Bir Marka Olup Olmadığının Davalı Kurumca Değerlendirilemiyeceği )

• PARİS SÖZLEŞMESİ ( Herkesce Bilindiği Mütalaa Edilen Markaların Üye Devletler Tarafından Korunacağı - Tanınmış Marka Yabancı Ülkede Tescil Edilmemiş Olsa Bile Taraf Ülkelerde 3. Kişi Adına Tescil Edilmeyeceği )

• YABANCI MARKA ( Tanınmış Marka Yabancı Ülkede Tescil Edilmemiş Olsa Bile Taraf Ülkelerde 3. Kişi Adına Tescil Edilmeyeceği - Paris Sözleşmesi )

• MARKA TESCİL TALEBİNİN REDDİ ( Daha Sonra Davacının Tescilini İstediği Markanın Tanınmış Marka Olduğunun Sabit Olması - Kararların Verildiği Tarihteki Hukuksal Durumun Esas Alınması Gereği )

• MARKA TESCİLİ ( Tescilli Marka İle Ayırt Edilemiyecek Kadar Aynı Olan Markanın Tescil Edilemiyeceği - Markanın Tescille Elde Edileceği İlkesi )

• MARKAYA SAHİPLİK ( Korumanın Markanın İhdası ve Kullanılmasıyla Değil Tescille Elde Edileceği İlkesi )

KHK-556/m. 7/b, 8, 36

6762/m. 52, 57/5

ÖZET : Davacının tescil başvurusu, kendisinin beyanına göre, başvuru tarihi itibariyle başka ülkelerde tescili olmayan tanınmış olduğu belirgin olmayan bir markaya ilişkindir. Davalı kurumun, yukarıda değinilen hükümler çerçevesinde başvuruyu incelerken, davacının beyanının esas alacağı ve tescil istemine konu markanın davacı adına başka ülkelerde tescilli bulunmadığı olgusundan hareket edeceği açıktır. Davalının tescil isteminin ve buna yönelik itiraz reddine ilişkin dava konusu kararlarında hukuka aykırı olup olmadığı değerlendirilirken, her iki kararı verdiği tarihteki hukuksal durumu esas alınmalıdır.

Nitekim davacı, mahkemeye başvurarak markasının bir tanınmış marka olduğunun tespitini istemiş ancak yapılan yargılama sonunda davacının tescilini istediği markanın tanınmış marka olduğu sabit olmuştur. Eldeki davada gerçekleşen "tanınmış marka" kanıtlaması davalıya yapılan tescil başvurusundan sonradır. Başka bir ülkede tescilli dahi olmadığı bizzat başvuru sahibi tarafından beyan edilen ve markasının tanınmış marka olduğuna dair beyandan başka belge ibraz edilmeyen markanın tanınmış bir marka olup olmadığı davalı kurumca değerlendirilemiyeceği ortadadır. Yasal düzenleme ( 556/7-b ) çerçevesinde yapılan inceleme sonucunda, aynı mal hizmet için, tescilli marka ile ayırt edilemiyecek kadar aynı markanın daha önce başkası adına tescilli olduğu saptanan markanın davacı adına tescil edilemiyeceği açık bulunmasına göre, davalının davaya konu her ret kararının verildikleri andaki durum çerçevesinde hukuka uygun oldukları kabul edilmelidir.

Üçüncü kişi adına vaki tescil, mahkeme kararıyla yolsuzluk saptanarak terkin edilmiş olmakla birlikte, buna dair kararın kesinleştiği tarih de, yukarıda açıklandığı üzere davalının ret kararından çok sonradır.

Bu durumda somut olayın açıklanan özelliği karşısında, davaya konu davalı işlemi, tesis edildiği tarih itibariyle yasaya uygun olup, iptali için geçerli bir neden bulunmamaktadır.

DAVA : Taraflar arasındaki "red kararının iptali ve markanın tanınmış marka olduğunun tespit" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara Asliye 9. Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 25.1.2001 gün ve 1999/739-2001/5 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 25.06.2001 gün ve 2001/3610-5701 sayılı ilamı ile,

( ... Davacı vekili, müvekkilinin 97/15735 kodla işlem görmekte olan "LECCE PEN GREEN" ibareli marka başvurusunun, mezkür ibarenin aynı veya aynı türdeki mallar için dava dışı Tay Dış Ticaret Ltd. Şti. adına tescili bulunan "LECCE PEN" markası ile benzer olduğu gerekçesiyle davalı tarafından reddedildiğini, itiraz üzerine Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu'nca da itirazın reddedildiğini, markanın dünyaca tanınmış ve birçok ülkede de tescili bulunduğunu, Türkiye'de de ithalatçı Murat Kırtasiye Ltd. Şti tarafından 1993 yılından beri pazarlandığını, tanınmış markaların Paris Sözleşmesinin 1 nci mükerrer 6 ncı maddesi ve 556 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 7/1 nci maddesi hükümlerine göre koruma altında olduğu, dava dışı Tay Dış Ticaret Ltd. Şti. hakkında marka iptali davası açıldığını ve halen görülmekte olduğunu ileri sürerek, davacı markasının tanınmış olduğunun saptanması ve davalının red kararının iptalini istemiştir.

Davalı vekili, davacının tescilini istediği markanın dava dışı Tay Dış Ticaret Ltd. Şti. adına tescilli marka ile aynı olduğunu Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü ( WİPO ) tarafından hazırlanan dünyaca tanınmış marka kriterlerini de taşımadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporu ile Beyoğlu Asliye 2. Ticaret Mahkemesinin 1994/14 esas sayılı kesinleşen dosya içeriğine göre davacının markasının tanınmış marka olduğu, dünyanın birçok ülkesinde tescilinin yapıldığı, dava dışı Tay Dış Ticaret Ltd. Şti. adına yapılan tescilin de mahkemece iptal edilip kesinleştiği Paris Sözleşmesinin 6 ncı mükerrer maddesine göre kötü niyetli tescilli işleminin süreye bağlı olmadığı gerekçesiyle, davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.

1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinden dayanılan delilerin tartışıp, değerlendirilmesi usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı markasının tanınmış marka olduğuna ilişkin tesis edilen kararda usul ve yasaya aykırılık görülmediğinden davalı vekilinin bu yöne ilişen temyiz itirazlarının reddine karar verilmesi gerekmiştir.

2- Ancak davadaki istemlerden bir diğeri davalı Türk Patent Enstitüsü'nün Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu'nun 556 sayılı Markaların Korunması Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararname'nin 36 ncı maddesi gereğince verdiği red kararının iptali istemine ilişkindir. Anılan kurulca itiraz tarihindeki hukuki durum değerlendirilerek 15.03.1999 tarihinde davacının itirazı reddedilmiştir. Dava dışı Tay Dış Tic. Ltd. Şti. ne ait markanın iptali kararı ise 06.10.2000 tarihinde kesinleşmiştir.Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu'nun kararı tarihinde henüz 3 ncü kişi adına tescili bir marka bulunduğuna göre, itirazın reddinde anılan kararname hükümlerine aykırılık yoktur. Bu durumda davanın bu yöne ilişen bölümünün reddine karar verilmesi gerekir iken, yazılı gerekçeyle kabul kararı verilmesine bozmayı gerektirmiştir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği düşünüldü:

KARAR : Dava, marka tescil istemiyle yapılan başvurunun reddi kararının ve buna yönelik itirazın reddine dair kararın iptali, markanın tanınmış marka olduğunun tespiti istemine ilişkindir.

Davacı Lecce Pen Company S.P.A vekili, davacının "LECCE PEN GREEN" ihaleli marka başvurusunun davalı tarafından, mezkür ibarenin aynı veya aynı türdeki mallar için daha önce 9.7.1996 tarihinde dava dışı Tay Dış Ticaret Ltd. Şti. adına tescil edilmiş olan LECCE PEN markası ile aynı veya ayırt edilemeyecek kadar aynı olduğu gerekçesiyle, 556 sayılı KHK. nın 7/b maddesi uyarınca reddedildiğini; buna yapılan itirazın da, Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu Başkanlığınca reddedildiğini; her iki red kararının 556 sayılı KHK hükümlerine, Paris Sözleşmesine, fiili duruma, içtihatlara hakkaniyete ve M.K nun 2. maddesine aykırı olduğunu; zira, davacı şirketin kalem sektöründe dünyaca ünlü bir müessese olup, ürünlerini dünyanın birçok ülkesinde tescilli ve çok tanınmış Lecce Pen markaları adı altında pazarlandığını Lecce Pen markalarını taşıyan kalem ve parçaların 1993 yılından beri ülkemize ithal edilip satıldığını, 1998 yılından itibaren de başka şirketlerce Türkiye'de üretildiğini, çok tanınmış markaların Paris Sözleşmesi'nin 1. mükerrer 6. maddesi ve 556 sayılı Markaların Korunması Hakkındaki KHK nın 7. maddesi ( ı ) bendi hükümleri çerçevesinde koruma altında bulunduğunu, sahibinin onayı bulunmaksızın tanınmış oldukları mamullerinden başka mamuller veya hizmetler için dahi tescil edilemeyeceklerini, LECCE PEN ibaresinin aynı zamanda davacı şirketin ticaret ünvanı olduğunu, bu nedenle Paris Sözleşmesinin 8. maddesi ve Türk Ticaret Kanunu'nun 52., 57/5 maddeleri gereğince de koruma altında bulunduğunu; dava dışı marka sahibi hakkında marka iptali için ayrı bir dava açıldığını; kaldı ki tescili takip edilen markanın söz konusu mamuller ile ilgili öncelikli kullanım sonucu ayırt edici nitelik kazanmış olması karşısında, 556 sayılı KHK' nın 7. maddesinin son bendi uyarınca tescil talebinin reddedilemeyeceğini ileri sürerek; davacı markasının tanınmış marka olduğunun tespitine; davalı Türk Patent Enstitüsü Başkanlığının ve Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulunun red kararlarının iptaline karar verilmesi istenmiştir.

Davalı Türk Patent Enstitüsü Başkanlığı vekili, 556 sayılı KHK' nın 7/b bendi gereğince aynı tür mal ve hizmetlerle ilgili olarak, tescilli marka ile aynı ya da ayırt edilemeyecek kadar benzer bulunan markaların tescil edilemeyeceğini, davacı başvurusunun reddine neden olan LECCE PEN ibareli markanın, daha önce 9.7.1996 tarihinde usul ve yasaya uygun olarak başkası adına tescil edildiğini, mükerrer tescile yol açacağı için davacı başvurusunun reddedildiğini, tescilli marka ile redde konu davacı markasının kullandığı malların ve davacının LECCE PEN GREEN ibareli marka başvurusu ile, tescilli LECCE PEN markasının aynı olduğunun açık bulunduğunu, davacı markasının, Türk Patent Enstitüsünce "tanınmış marka" olarak değerlendirilmediğini, zira, bir markanın tanınmış marka olarak kabul edilebilmesi için aranan kriterleri taşımadığını, Dünyada bir çok ülkede tescilli olmasının bir markanın tanınmış marka olduğu anlamına gelmeyeceğini, Paris Sözleşmesinin 8. maddesinin, Birlik Ülkelerine ticaret ünvanını marka olarak tescil yükümlülüğü de getirmediğini savunarak, davanın reddini istemiştir.

Yerel Mahkemece verilen; İtalya uyruklu davacı şirketin Lecce Pen Company markasının 1986 yılından itibaren birçok ülkede tescil ettirdiği ve bu markayı dava dışı Tay Dış Tic. Ltd. Şti. adına vaki tescilden çok önce maruf ve meşhur hale getirildiği gerekçesine dayalı, davanın kabulüne, davacının 20.10.1997 tarihli başvurusuna konu "LECCE PEN GREEN" ibareli markanın tanınmış marka olduğunun tespitine tescil talebinin reddine ilişkin Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu' nun 15.03.1999 tarihli kararının iptaline dair karar Özel Dairece yukarıdaki gerekçeyle bozulmuştur.

"LECCE PEN" markasının talep üzerine davalı Kurum tarafından 171653 marka numarasıyla, dava dışı Tay Dış Ticaret Limited Şirketi adına 9.7.1996 tarihinden itibaren 10 yıl müddetle tescil edildiği, marka emtiasının "Kalem, kalem ucu, rapido takımı" olduğu; davacının 20.10.1997 tarihinde davalı Kuruma başvurarak "LECCE PEN GREEN" markasının 556 sayılı KHK. uyarınca kendisi adına tescilini istediği, başvuruda, markanın üzerinde kullanılacağı malların "Her tür kalemler ve yazı gereçleri ve bunların yedekleri ve parçaları" şeklinde ifade edildiği, bu başvurunun davalı Kurumca 11.5.1998 günlü kararda reddedildiği red kararında gerekçe olarak LECCE PEN markasının daha önce Tay Dış Ticaret Limited Şirketi adına tescili bulunmasının gösterildiği; davacının bu karara yönelik itirazının da Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu Başkanlığı'nın 15.3.1999 tarihli kararıyla aynı gerekçeyle reddedildiği her iki red kararının 556 sayılı KHK' nın 7/b maddesine dayandırıldığı; davacının bu arada 12.1.1999 günü, Tay Dış Ticaret Limidet Şirketi aleyhine açtığı davayla, davalı adına tescil edilmiş olan LECCE PEN markasının iptalini ve sicilden silinmesini istediği; Beyoğlu Asliye 2. Ticaret Mahkemesinin davanın kabulüne dair 10.12.1999 günlü kararının, derecattan geçerek 6.10.2000 tarihinde kesinleştiği, toplanan delillerle anlaşılmaktadır.

Bozma ve direnme kararının içerikleri itibariyle, Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık davacının, aynı markayı adına tescil ettirmiş olan dava dışı şirket aleyhine açtığı marka iptali davasında verilen kabul hükmünün, davacının tescil isteminin reddine dair davalı Kurum kararına yapılan itirazın reddedildiği tarihten daha sonra kesinleşmiş olması, eş söyleyişle, itirazın reddi kararının verildiği tarihte aynı markanın üçüncü kişi adına tescilli bulunması karşısında, bu red kararının hukuka aykırı olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Bu noktada, konuya ilişkin hukuksal durum üzerinde durulacaktır.

556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile yürürlükten kalkan 551 sayılı eski Markalar Kanunumuz da markayı seçen ve onu marka hukukuna özgü bir tarzda kullanarak tanıtan kişinin hakkını, o markayı her nasılsa önce tescil ettiren kişinin hakkının önüne geçirmiş gerçek hak sahipliği, kullanma ilkesini benimsemiştir. Bu kural 551 sayılı Markalar Kanunu'nun 15 nci maddesinde "ilk kullananın hakkı, ilk tescil ettirenin hakkına üstündür" şeklinde ifade edilmiştir. 551 sayılı Markalar Kanunu'nun 15/2 maddesinde, "markayı fiilen "ihdas" ve "istimal" eden ve piyasada "maruf" ve "meşhur" hale getiren kişi, markayı önce tescil ettiren ve bu tescil sebebiyle Kanun tarafından markanın sahibi kabul edilen kişiye karşı, markanın gerçek sahibinin kendisi olduğunu dava açarak kanıtlamak hakkını haiz bulunuyordu. Öncelik hakkına göre o markayı ilk ihdas eden kişi marka üzerinde hak elde etmiş sayılıyordu. Bu durumda olan kişi, markayı önceden kendi adına tescil ettirmiş kişinin bu tescilini sildiriyordu.

Oysa 556 sayılı KHK. gerçek hak sahipliği ilkesini terk ederek, markaya sahiplik konusunda tescile mutlak sonuçlara bağlamış, korumanın markanın ihdası ve kullanılmasıyla değil tescille elde edeceği ilkesini getirmiştir. ( Bkz.556 sayılı KHK m.6 ) ve 9 ncu madde ile de tescilli marka sahibine etkili bir koruma sağlamıştır. Tescil edilmemiş markayı işaret olarak belirtmiştir. ( 556/7 ve 8 m. )

Böylece Yeni Türk Marka Hukuku Markayı seçip kullanarak onu "İhdas" ve "İstimal" eden ve "maruf-meşhur" hale getiren kişiye, marka üzerinde münhasır hak sahipliği tanımamış, ilke olarak bu durumda olan kişilere markayı tescil ettiren kişiye karşı dava şeklinde ileri sürmesi imkanını ona vermemiştir. 551 sayılı Kanunun 15 nci maddesi ile getirilen gerçek hak sahibi ilkesini, markayı tescil ettiren kişiye tanımıştır. Bu ilkelerin temeli yeni marka hukukumuzun da temelleri olan 21 Aralık 1988 tarihli ve 89/104/AET sayılı " Üye Devletlerin Markalara İlişkin Hukuklarının Uyumlaştırılmasına ilişkin Birinci Konsey Yönergesi" ve " 20 Aralık 1993 tarihli ve 40/94 sayılı Topluluk Markası Hakkında Konsey tarafından çıkarılan Topluluk Tüzüğünde" kabul edildiği anlaşılmaktadır. ( Prof. Dr. Ünal Tekinalp, Fikri Mülkiyet Hukuku 2. Bası, Beta Yayınları, İst.2002 Sh:355 vd, Aynı Yazar, Prof. Dr. Kenan Tunçomağ'a Armağan, Yeni Marka Hukukunda Tescil İlkesi ve Tescilsiz İşaretlerin Hukuku Durumu, Aksi görüşte olanlar Prof. Dr. Sabih Arkan, Marka Hukuku Cilt:1.1997 S.76-77 Dip not: 20, II cilt 1998 s.156 Dip not:5, Prof. Dr. Hamdi Yasaman, Marka Hakkının Niteliği ve Tanınmış Markalar Hakkında Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin Kararı Üzerine Düşünceler, Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi 2003/2 sayılı s.35 vd. )

Tescil ilkesi aşağıda gösterilen hallerde genişletmekte, tescilli markaya karşı tescilsiz işaretlere ( markalara ) üstünlük tanımış bulunmaktadır.

1- Paris Sözleşmesi anlamında tanınmış markalar 556 sayılı KHK 7 ( 1 ) i md. si

2- Ayırt edici nitelik kazanan işaretler ( 556 sayılı KHK 7 ( 1 ) b-son madde

3- Rüchan hakkından yararlanan markalar ( 556 sayılı KHK m.25-26 )

4- Ticaret sırasında kullanılan İşaretler ( 556 sayılı KHK m.8 f.3 a ve b bentleri.

Paris Sözleşmesinin 6. maddesinin birinci mükerrer hükmü, sözleşmedeki ifadesi ile "herkesce bilindiği mütalaa edilen" markalar üye devletler tarafından korunacaktır.

Tanınmış marka, yabancı ülkede tescil edilmemiş olsa bile bu marka sahibinin izni olmadan aynı ve benzer mallar için Paris sözleşmesi taraf ülkelerde üçüncü kişi adına tescil edilmeyecektir. 556 sayılı KHK. nın 7 ( 1 ) i bendi Sözleşmesi hükmünü aynen kabul ederek bunu marka için mutlak red nedeni olarak belirtmiştir.

Yasa koyucu, TPE ( Türk Patent Enstitüsü ) tarafından bu hususun kendiliğinden ( resen ) gözönünde bulundurulmasını benimsemiştir.

Paris Sözleşmesinin 1. mükerrer 6. maddesi "umumen" tanınan markalarla ilgili yasağı aynı ve benzer mal ve hizmetler için mutlak olarak koyarken, farklı mal ve hizmetler yönünden ise halen tescil edilmiş veya tescili için başvurusu yapılmış bir markanın toplumda ulaştığı tanınmışlık düzeyi nedeniyle haksız bir yararın sağlanabileceği ve tanınmış markanın itibarına zarar verebileceği anlaşılacak olursa ilgili markanın sahibinin itirazı üzerine marka tescil talebi red edilecektir ilkesini getirmiştir.

Tescilsiz bir işaret kullanma sonucu ayırt edici nitelik kazanmışsa aynı benzer işaret daha önce marka olarak tescil edilmiş veya tescil için daha evvel başvurusu yapılmış olmasına rağmen, o işaret ve o işareti kullanan ve bu suretle ayırt edici nitelik kazandıran kişi tarafından tescil ettirebilecektir. ( 556 sayılı KHK 7 ( 1 ) b., ticaret alanında herkes tarafından kullanılan veya belirli bir meslek, sanat veya ticaret grubuna dahil olanları ayırt etmeye yarayan işaret ve adlarında marka olarak tescili red edilmeyecektir. ( 556 KHK m. 7 ( 1 ) c ve d )

( 556 sayılı KHK nın 7/son maddesinde aynen "bir marka tescil tarihinden önce kullanılmış ve tescile konu mallar ve hizmetlerle ilgili olarak bu kullanım sonucu ayırt edici nitelik kazanmış ise ( 7/b, c,d ) bentlerine göre tescil reddedilemez" denilerek yukarıda anlatılan hususları belirtmiştir. Bu hükmün kaynağının 21.12.1988 tarihli ve 89/104/AET sayılı birinci yönergenin 3 ( 3 ) maddesi hükmü bulunduğu belirgindir. Böylece 556 sayılı KHK bu hükmü ile ayırt edici nitelik kazanmış işaretin piyasadaki varlığından rahatsızlık duymamakta ve tescilsiz kullanılan bu işaretin de daha önceden tescil edilmiş marka yanında tescilini öngörmektedir.

Önemle vurgulanmalıdır ki, ayırt edici nitelik kazanmış markalar bakımından getirilen bu korumanın, Paris Sözleşmesinin yukarıda anılan 6. maddesinin birinci mükerrer hükmüyle koruma altına alınmış olan tanınmış markalar bakımından evleviyetle geçerli olacağı açıktır. Dolayısıyle, tanınmış marka sahibi, daha önce tescil edilmiş olan markanın silinmesini istemeden de, bu markanın ( işaretin ) kendi adına tescil isteminde bulunabilecektir ) Bu ilke öğreti ve uygulamada baskın görüş olarak benimsenmektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu' ndaki görüşmeler sırasında bu ilkeler aynen benimsenmiştir. ( Bkz. Tekinalp, age, s.350 vd, Y.11.H.D. nin 26.5.2000 gün E:2000/2762 K:4717, 16.6.2003 gün E:2003/856 K:6362 )

Somut olay bu yasal durum çerçevesinde değerlendirildiğinden; Yerel mahkeme kararının, davacı markasının tanınmış marka olduğunun tesbitine ilişkin bölümüne yönelik temyiz itirazları özel dairece reddedilmiş, böylece bu yön kesinleşmiştir. Davacı markasının tanınmış marka olduğu ve bu markanın başkası adına tescile mümkün olmadığından üçüncü kişi ( Tay Dış Ticaret Ltd. Şti. ) adına gerçekleşen tescilinin hukuka aykırı olduğu Beyoğlu Asliye 2. Ticaret Mahkemesinin kesinleşen kararıyla sicilden silinmesine karar verilmiştir. Esasen yukarıda anılan yasal düzenleme, öğreti ve uygulamaya göre dava dışı Tay Dış Ticaret Ltd. Şti. markası tescili olsa bile, davacının tanınmış markasının tescil edilebileceği ve bu tescil talebinin ret edilemiyeceği tartışmasız hale gelmektedir. Ne varki, somut olayın yukarıda açıklanan yasal durumu dışında değerlendirilmesini gerektiren bir özelliği bulunmaktadır.

556 sayılı Markaların Korunması Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararname 7/1-b maddesine göre aynı türdeki mal ve hizmetle ilgili olarak tescil edilmiş veya daha önce tescili için başvurusu yapılmış bir marka ile aynı veya ayırt edilemeyecek kadar aynı olan markalar tescil edilemez. Yine, 8/1-b madde hükmü uyarınca, daha önce tescil edilmiş veya daha eski tarihte tescili için başvuruda bulunulmuş marka ile karıştırılma ihtimali bulunan marka tescil edilemez. Mutlak ret sebepleri, Enstitü' ce kendiliğinden ( resen ) dikkate alınarak incelenmesi gerektiği gibi uyuşmazlığın yargıya intikal etmesi halinde mahkemelerce de resen incelenmesi gerekir. Çünkü mutlak ret nedenleri bir def'i olmayıp bir itiraz sebebidir. Taraflar arasındaki uyuşmazlık gerek yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulunca gerekse mahkemece davacının markasının tescil için yaptığı başvuru tarihine göre çözümlenir. Sonradan davacı markasının mahkeme hükmü ile tanınmış marka olması Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulunca o tarihte bilinmediğinden değerlendirilemez. Nitekim 556 sayılı Markaların Korunması hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Uygulama Şeklini Gösterir Yönetmelik 'in 11 ve 12 maddesinde soruların noksansız yanıtlanacağı ve yabancı ülkede tescil edilmiş markaya dayanılarak yapılan başvurular için, tescil yapan ülke tarafından verilmiş bulunan tasdikli marka tescil yapan tescil belgesi sureti ile bu belgenin Türkçe tercümesi ekleyip Enstitüye vermesi gerekir. Davacının markanın kendisi adına tescili istemiyle davalıya yaptığı başvuru sırasında doldurduğu 20.10.1997 tarihli matbu formdaki "marka" başka ülkede tescilli mi? Sorusuna "Hayır" yanıtını vermiş olduğu ve markanın Paris Sözleşmesine tabi ülkelerde ve Türkiye'de tanınmış olduğuna dair hiçbir belge ve kanıt ibraz etmediği dava dosyasına celp edilen form örneği ve diğer belgelerden anlaşılmaktadır. Nitekim 1997 yılında Enstitü tarafından yayınlanan "Resmi Marka Gazetesi-Özel Sayısının Üçüncü Bölümünde" 1883 tarihli Paris Sözleşmesinin 1. mükerrer 6. maddesine ve 556 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 7/1 maddesine göre tanınmış markalar listesinde ve Bilgisayar kayıtlarında davacının markasının tanınmış olduğuna dair bir kayıt bulunmaktadır.

Bu duruma göre, davacının anılan tescil başvurusu, kendisinin beyanına göre, başvuru tarihi itibariyle başka ülkelerde tescili olmayan tanınmış olduğu belirgin olmayan bir markaya ilişkindir. Davalı kurumun, yukarıda değinilen hükümler çerçevesinde başvuruyu incelerken, davacının beyanının esas alacağı ve tescil istemine konu markanın davacı adına başka ülkelerde tescilli bulunmadığı olgusundan hareket edeceği açıktır. Davalının tescil isteminin ve buna yönelik itiraz reddine ilişkin dava konusu kararlarında hukuka aykırı olup olmadığı değerlendirilirken, her iki kararı verdiği tarihteki hukuksal durumu esas alınmalıdır.

Nitekim davacı, mahkemeye başvurarak markasının bir tanınmış marka olduğunun tespitini istemiş ancak yapılan yargılama sonunda davacının tescilini istediği markanın tanınmış marka olduğu sabit olmuştur. Eldeki davada gerçekleşen "tanınmış marka" kanıtlaması davalıya yapılan tescil başvurusundan sonradır. Başka bir ülkede tescilli dahi olmadığı bizzat başvuru sahibi tarafından beyan edilen ve markasının tanınmış marka olduğuna dair beyandan başka belge ibraz edilmeyen markanın tanınmış bir marka olup olmadığı davalı kurumca değerlendirilemiyeceği ortadadır. Yasal düzenleme ( 556/7-b ) çerçevesinde yapılan inceleme sonucunda, aynı mal hizmet için, tescilli marka ile ayırt edilemiyecek kadar aynı markanın daha önce başkası adına tescilli olduğu saptanan markanın davacı adına tescil edilemiyeceği açık bulunmasına göre, davalının davaya konu her ret kararının verildikleri andaki durum çerçevesinde hukuka uygun oldukları kabul edilmelidir.

Üçüncü kişi adına vaki tescil, mahkeme kararıyla yolsuzluk saptanarak terkin edilmiş olmakla birlikte, buna dair kararın kesinleştiği tarih de, yukarıda açıklandığı üzere davalının ret kararından çok sonradır.

Bu durumda somut olayın açıklanan özelliği karşısında, davaya konu davalı işlemi, tesis edildiği tarih itibariyle yasaya uygun olup, iptali için geçerli bir neden bulunmamaktadır.

Bu gerekçelerle ve sonucu itibariyle aynı yöne işaret eden Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Direnme kararı bu nedenler bozulmalıdır.

SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı HUMK.'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 19.11.2003 gününde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

11. HUKUK DAİRESİ

E. 1999/2086

K. 1999/4505

T. 26.5.1999

• MARKA HAKKINA TECAVÜZ İDDİASI ( Tek Satıcının Dışında Avrupa'dan Markalı Ürünü İthal Edip Satmak )

• TEK SATICININ DIŞINDAKİ KİŞİNİN AYNI MARKA MALLARI İTHAL VE SATIŞI ( Marka Hakkına Tecavüz ve Haksız Rekabet İddiası )

• HAKSIZ REKABET İDDİASI ( Tek Satıcı Dışındaki Kişinin Avrupa'dan Aynı Markalı Ürünü İthal Edip Satması )

• REKABET KURALLARINA AYKIRILIK İDDİASI ( Tek Satıcı Dışındaki Kişinin Aynı Marka Malları İthal ve Satışı )

6762/m.56

KHK-556/m.61/a,9/II,13

ÖZET : Tescilli markanın bulunduğu ürünlerin aynısını veya benzeri olan bir işaretini taşıyan malların bir başka kişi tarafından ithal ve ihracı haksız rekabet fiilini oluşturmaz.

DAVA : Taraflar arasındaki Kadıköy 3.Asliye Ticaret Mahkemesince görülerek verilen 4.12.1998 tarih ve 1997/662-1998/1391 sayılı kararın Yargıtay incelenmesi duruşmalı olarak davalı vekili tarafından istenmiş olmakla duruşma için belirlenen 25.5.1999 günde davacı avukatı A ile davalı temsilcisi N gelip temyiz dilekçesinin de süresinde verildiği anlaşıldıktan ve duruşmada hazır bulunan davalı temsilcisi ve taraf avukatı dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karar bağlanması ileriye bırakılmıştı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi S tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, müvekkilinin LANCOME parfüms Et Boaute Et Cie firması ile akdettiği 12.9.1989 tarihli "Teknik Yardım ve Lisans Anlaşması" gereği LANCOMİ markasını taşıyan bütün esans ve kozmetik ürünlerin Türkiye'ye ithali, imali ve satımı bakımından Türkiye'de tek yetkilisi olduğunu, müvekkilini üçüncü kişilerle akdettiği dağıtıcılık sözleşmesi gereği, bayiler LANCOME markalı ürünleri yalnızca kendi mağazalarında ve perakende olarak satabildiklerini, oysa davacı ile davalı arasında yapılmış bir dağıtıcılık sözleşmesi bulunmadığı halde, davalının haksız ve hukuka aykırı olarak LANCOME markalı ürünleri perakende satış fiyatının altında bir fiyatla kendi mağazasında sattığını, davalının bu eyleminden davacının ve bayilerin zarar gördüğünü, 556 sayılı KHK.nun 61.maddesine göre davalının LANCOME markalı ürünleri marka sahibinin ya da marka sahibinin haklarını Türkiye'de korumaya tek yetkili davacının izni olmaksızın satması, dağıtması ve piyasaya sunmasının ve LANCOME markalı ürünleri nereden ve nasıl temin ettiği açıklamaktan kaçınması hallerinin marka hakkına tecavüz teşkil ettiğini ileri sürerek, davalının, davacının marka hakkına tecavüzünün tespit ve önlenmesine bu ürünleri satmasının önlenmesine ve toplatılıp davacıya iade edilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, müvekkilinin mağazasında bulunan bir kısım malların daha önceki bayiliği döneminden kalan mallar olduğunu bir kısmını da yetkili bayilerden satın alıp mağazasında sattığını, mağazada satılan malların davacı tarafından ithal edilmiş orijinal mallar olduğunu, müvekkilinin eyleminde yasalara aykırılığın bulunmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, dosyadaki kanıtlar ve bilirkişi raporuna göre, davacının lisans anlaşması gereğince LANCOME markalı ürünlerin ithali, imali ve dağıtımında Türkiye'de yetkili firma olduğu, tek satıcısının, yapımcıya ait ürünleri o bölgede tanıtmakta ve pazarlamadaki özel çabaları ile o ürün piyasasında önemli bir yer tuttuktan sonra bir başka firmanın tek satıcının sağladığı bu olanak ve pazardan yararlanarak başka bir firmadan aynı ürünü satın alarak az bir emek ve sermaye ile pazardan yararlanmanın hukuken mümkün olmadığı, bu nevi eylemlerin TTK.nun 56. maddesine göre iktisadi rekabetin suistimali olduğu ve haksız rekabet teşkil edeceği, somut olayda davalının eyleminin TTK.56.maddesine göre haksız rekabet olduğu, ancak davalının LANCOME markası sahibinin marka hakkına tecavüzünün bulunmadığı gerekçesiyle davalının haksız rekabette bulunduğunun tespitine ve önlenmesine karar verilmiştir.

Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.

Davacının Lancome Parfüms Et Beauté Et Cie firması ile akdettiği 12.9.1989 tarihli "Teknik Yardım ve Lisans Anlaşması" gereği "LANCOME" markasını taşıyan parfüm ve kozmetik ürünlerin Türkiye'ye ithali imali ve satımı konusunda Türkiye'de tek yetkili satıcı olduğu ve "LANCOME" markasının, Lancome Parfüms Et Beate Et Cie ünvanlı şirket adına 18.8.1988 tarihinde 185360 nolu marka tescil belgesine göre Türkiye'de tescilli bir marka olduğu, üretici şirket ile davacı arasında münhasıran ticari marka lisans sözleşmesi yapıldığı ( 1 Ocak 1996 ) ve 4.9.1997 tarihli yazı münderecetına göre bu markaya karşı haksız rekabet ve markaya tecavüz hallerinde davacının tek başına dava açabileceği anlaşılmaktadır.

Davacı dava dilekçesinde davalının eyleminin 556 sayılı Markalar Kanununa aykırı olduğu gibi aynı zamanda tek satıcılık ilkelerine ve dolayısıyla davalı eyleminin haksız rekabet teşkil ettiğini ileri sürerek haksız tecavüzünün önlenmesini talep etmiştir.

Yine mahkemenin kabulünde olduğu gibi davalı tarafından satışa sunulan ürünlerin Lancome markalı ürünlerin aynı olup taklit olmadığı, orjinal bulunduğu ve ambalajlarının da davacı şirket tarafından ithal edildiğinin yazıldığı, davacı şirketin münhasır lisans sözleşmesi uyarınca Türkiye'deki tali bayilerle ürün satış anlaşması yaptığı ve Lancome markalı ürünlerin yıllardan beri Türkiye sathında satışa sunulup pazarlandığı tartışmasızdır.

Davalı vekili, 16.10.1997 tarihli dilekçesinde ve 21.5.1996 tarihli tesbit bilirkişi raporunda "müvekkili şirketin mal aldığı kişileri açıklamak zorunda bulunmadığını" ileri sürdüğü ve davacı şirket dışında mal aldığı şirketlere ait faturaları dosyaya ibraz etmekten kaçındığı görülmüştür.

Dava konusu uyuşmazlığın çözümünde doğru bir sonuca varılabilmesi için somut olayın Markalar hakkındaki 556 sayılı KHK. ile haksız rekabet kuralları karşısındaki durumunun incelenmesi gerekir.

556 sayılı KHK.nin 9/II-c bendinde markayı taşıyan malın ithali veya ihracının, münhasıran marka sahibine ait bir yetki olduğu, onun izni olmadan ithal ve ihracının ve satımının mümkün olmadığı ilke olarak benimsenmiştir. Dolayısıyla tescilli markanın bulunduğu ürünlerin aynını yada benzeri olan bir işareti taşıyan malların bir başka kişi tarafından ithali, yada ihracı marka hakkına tecavüz teşkil edecektir ( KHK.md.61/a ). KHK.nin 9/II-c bendi ile Türk iç pazarına hiç sunulmamış olan malların ithali ve ihracının marka hakkına tecavüz oluşturacağı kabul edilmiştir. Marka sahibi veya onun izni ile münhasır lisans hakkı sahibi tarafından markalı emtianın tescilli olduğu ülkede satışa sunulmasından sonra Türk iç pazarına da ithal edilip satılmaya başlanması halinde aynı markalı malın 3. kişiler tarafından yurtdışından ithali veya Türkiye'ye ithalinden sonra Türk İç pazarında münhasır lisans sahibinden başka kişiler tarafından tüketicilere veya tali bayilere satılması halinde durum ne olacaktır.

556 sayılı K.H.K.nin 13/1. ve bu maddenin mehazı olan 89/104 sayılı yönergenin 7.1.maddesinde "marka sahibi tarafından veya onun izni ile markayı taşıyan malların piyasaya sunulmasından sonra marka sahibi, markanın bu mallarla ilgili olarak kullanılmasını yasaklıyamaz." hükmü getirilmiştir. Buna yasal düzenleme ve uygulamada "Marka Hakkının Tüketilmesi" kavramı denilmektedir. Markalı bir ürün marka sahibi ya da onun izni ile münhasır lisans sahibi tarafından piyasaya sürülünce hak tüketilmiş olmakta artık marka sahibi için markayı taşıyan malın sonraki satışlarına müdahale etme hakkı ortadan kalkmaktadır. Uluslararası litaratürde buna " Paralel İthalat" veya "Gri mallar ticareti" denilmektedir.

Avrupa Topluluğunu kuran 1957 tarihli Roma Anlaşması ile ( malların hizmetlerin, bireylerin ve sermayenin serbest dolaşımı ) ilkesi benimsenmiş olup anlaşmanın birçok maddesinde ( md.3/c,9,10,3036 ) bu husus yer almış olup, marka sahiplerince yasal olarak pazara sunulan ürünlerin topluluk içinde dolaşımının engellenmemesi yani paralel ithalatın geçerliliğini kabul etmiştir. 1988 tarihli Avrupa Birliği Marka yönergesinin 7.maddesinde ( birlik dahilinde marka hakkı sahibince veya onun oluru ile pazara sunulan bir ürünün kullanımına, malların durumunun bozulduğu veya değiştirildiği gibi, satışın önlenmesine ilişkin yasal nedenler bulunmadıkça, engel olunamaz. ) diyerek Roma anlaşmasının serbest dolaşım ilkesini pekiştirmiş bulunmaktadır.

21 Aralık 1988 tarihinde Avrupa topluluğu konseyi üye devletlerin markalarına ilişkin hükümlerin uyumlaştırılması amacıyla hazırlanan 89/104 sayılı yönergeyi kabul etmiş ve üye devletler iç mevzuatlarını buna uygun hale getirmişlerdir.

Türkiye'nin durumuna gelince; Türkiye-Avrupa Topluluğu ortaklık konseyinin 6.3.1995 tarih ve 1/95 sayılı kararı çerçevesinde, ülkemiz, bu kararın yürürlüğe girmesinden önce ticaret ve hizmet markaları ile ilgili mevzuatını ( 1/95 sayılı konsey kararının 8 numaralı eki ( md 4. 3 ) uyarınca yerine getirerek 556 sayılı markalar hakkındaki K.H.K.yi yürürlüğe sokmuş ve bu K.H.K.nin 13/1.maddesi uyarınca Avrupa Topluluğundaki uygulamaya paralel kendi iç mevzuatını düzenlemiştir. Bu ilkeye göre tescilli markayı taşıyan malların marka sahibi tarafından veya onun izni ile münhasır lisans sahibi tarafından markanın tescilli bulunduğu ülkede ve Türkiye'de piyasaya sunulmasından sonra marka hakkı sahibi ürettiği markalı malları kendi menşe ülkesinden başka bir ülkeye ihraç eder veya markalı malları menşe ülkeden başka bir ülkede üretirse, bunların 3. kişiler tarafından usulüne uygun şekilde o ülkeden Türkiye'ye ithaline, ( Paralel İmport ) engel olamaz. Aynı ilke yabancı markayı taşıyan malların Türkiye'de münhasır lisans sahibi durumunda ve marka sahibinin izni ile bu markayı adına tescil ettirmiş bulunan kişi bakımından da geçerlidir. Ancak 556 sayılı K.H.K.nin 13/II maddesi uyarınca marka sahibi veya münhasır lisans hakkı sahibi markalı mallarını piyasaya sunmasından sonra üçüncü kişiler tarafından menşe ülkesinden veya başka ülkelerden markalı emtianın değiştirilerek veya kötüleştirilerek malın özgün niteliğinin bozularak ithal edilmesi, bu tür malların ticari amaçla kullanılması halinde bunu önleme yetkisine sahiptir. ( Bak.rof.Dr.Sabih Arkan.Marka Hakkının Tüketilmesi, Prof.Dr.Ali Bozer'e Armağan Sh.202 vd.Av.Kutlu Oytaç-Markalar Hukuku 1999 sh.36 vd. )

Bu ilkelere göre davacı ürünleri ile ayniyet arz eden orjinal vasıfta olup taklit olmıyan Lancome markalı ürünler kanuni prosedüre uygun olarak menşe ülkesinden veya menşe ülkesinden başka ülkelerde üretilip de o ülkelerden Türkiye'ye ithal edilmesi ve ithalatçı tarafından perakendeciye fatura karşılığında verilip, Türkiye'de satışa arz edilmesi halinde 556 sayılı K.H.K. 9/II-c maddesi uygulanmıyacaktır.

Türkiye'de veya yurtdışında markalı malın taklidi, imal ve ithal edilip satılması, yurtdışından orjinal ithal edilmekle birlikte Türkiye'de değiştirilerek veya kötüleştirilerek malın özgün niteliğinin değiştirilerek satılması, kanuni prosedüre uyulmadan ithal edilip yurda kaçak sokulması ve kaçak sokan kişilerden alınıp piyasada satılması veya elde bulunan orjinal emtianın ne şekilde bulundurulduğunun kanıtlanamaması durumunda marka hakkı sahibi ve onun izni ile münhasıran lisans hakkı sahibi bu eylemlerin marka hakkına tecavüz teşkil ettiğini iddia edebilecektir.

Öte yandan Rekabetin Korunması Hakkındaki 4054 sayılı Kanunun 5. maddesi hükmüne dayanılarak rekabet kurulunca çıkartılmış bulunan "Tek Elden Dağıtım ve Satın Alma" anlaşmalarına ilişkin 1997/3 ve 4 sayılı Grup Muafiyet Tebliğine ve 4054 sayılı kanuna göre, Rekabet Kurulu gerek istem üzerine ve gerekse grup içinde mütalaa edilebilen teşebbüsler bakımından, 4054 sayılı yasada öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde, teşebbüsler arası anlaşma veya uyumlu eylemler hakkında sözü geçen yasanın 4 üncü maddesindeki yasaklamalar dışında tutulabilen kararlar verebileceği gibi, aynı amaçla gruplar bakımından tebliğ de yayınlıyabileceği benimsenmiştir. Bu tür karar veya tebliğler o karar ve tebliğ kapsamında kalan teşebbüsler bakımından sonuç doğurur. Yoksa Rekabet Kurulunca alınan karar ve yayınladığı tebliğler üçüncü kişilerin bu tebliğ veya karar kapsamında kalan teşebbüslerle olan ilişkilerinde yasaklayıcı veya rekabeti önleyici hükümler getirilemez.

Yukarıda anılan grup muafiyet tebliği hükümlerinin 2 ve 3 maddelerinde getirilen muafiyetin tek elden satım anlaşmalarında taraf olanlar yani ( sağlayıcı ) ile ( tek elden dağıtıcı ) ilişkisi bakımından getirildiği, 3.kişileri ilgilendirmediği anlaşıldığından tebliğ kapsamında kalmayan davalı üçüncü kişi bakımından uygulanması sözkonusu olmayacaktır.

Durumun Münhasır Lisans sözleşmesi ( Tek satıcılık ) bakımından incelenmesine gelince, öğretide benimsendiği üzere tek satıcılık sözleşmesi yapımcı ( sağlayıcı ) ile tek satıcı ( tek elden dağıtıcı ) arasındaki hukuki ilişkileri düzenleyen, çerçeve niteliğinde ve sürekli bir sözleşmedir. Bu sözleşme ile yapımcı ürünlerinin tamamını veya bir kısmını belirli bir bölgede tekele sahip olarak satmak üzere tek satıcıya bedeli karşılığında göndermeyi, buna karşılık tek satıcı da sözleşme konusu malları kendi adına ve hesabına satarak malların sürümünü arttırmak için faaliyette bulunmayı yüklenir ( Bak.Prof.Dr.Haluk Tandoğan, Borçlar Hukuku, Özel Borç ilişkileri C.1/1 Ank.1985 sh 27 vd ). Tek satıcılık sözleşmesinde sözleşmelerin nisbiliği ilkesi uyarınca kural olarak edimler ve yükümlülükler bu sözleşmenin tarafları arasında yani yapımcı ile tek satıcı arasında karşılıklı olup, üçüncü kişilere herhangi bir yükümlülük getirmek. Zira, tek satıcıya o bölgedeki tekel hakkını tanımak ve bu olanağı sağlamak yapımcıya düşen akdi bir edim olmaktadır. O halde tek satıcının bu hakkını 3. kişilere karşı haksız rekabet yolu ile koruması ilke olarak mümkün değildir. Ayrıca tek satıcının Türkiye'de reklam yapmak suretiyle pazar bağlaması, tamir ve bakım sağlaması da Türkiye'de aynı malı kanuni yollardan menşe ülkesinden başka ülkelerden orjinal şekilde ithal edip satan kişilerin bu eylemlerinin haksız rekabet kuralları uyarınca men edilmesi de mümkün değildir. Dairemizin 1992 yılından beri kararlılık gösteren uygulaması bu yöndedir.

Somut olayın yukarıda anılan ilkeler doğrultusunda irdelenmesi ve davalı eyleminin 556 sayılı K.H.K. hükümlerine ve TTK. 56 vd. maddelerinde yazılı yasal düzenlemelere aykırılık teşkil edip etmediği araştırılıp sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.

SONUÇ : Yukarıda yazılı gerekçelerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davalı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine 26.5.1999 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

11. HUKUK DAİRESİ

E. 1999/3243

K. 1999/5170

T. 14.6.1999

• HAKSIZ REKABETİN ÖNLENMESİ VE TESPİTİ ( Tek Satıcılık Sözleşmesinden Doğan Hakların Üçüncü Kişilere Karşı Haksız Rekabet Yoluyla Korunamaması )

• MARKA HAKKININ TÜKETİLMESİ ( Marka Sahibi Tarafından Markayı Taşıyan Malların Piyasaya Sunulmasından Sonra Marka Sahibinin Markanın Bu Mallarla İlgili Kullanılmasını Yasaklayamaması )

• MARKAYA TECAVÜZ ( Taklidi İmal Veya İthal Edilen Malların Kanuni Prosedüre Aykırı Olarak Piyasaya sürülmesi )

• TEL SATICILIK SÖZLEŞMESİ ( Sözleşme İle Tek Satıcıya O Bölgede Tekel Hakkı Tanınması )

• TEKEL HAKKI ( Tek Satıcılık Sözleşmesi İle Tek Satıcıya O Bölgede Tekel Hakkı Tanınması )

KHK-556/m.9/II,13

ÖZET : Marka sahibi tarafından veya onun izni ile markayı taşıyan malların piyasaya sunulmasından sonra marka sahibi, markanın bu mallarla ilgili olarak kullanılmasını yasaklayamaz. Buna, uygulamada ve yasal düzenlemede marka hakkının tüketilmesi kavramı denilmektedir. Türkiye'de veya yurt dışında taklidi imal ve ithal edilip satılan veya yurt dışından orijinal ithal edilmekle birlikte, Türkiye'de değiştirilerek veya kötüleştirilerek malın özgün niteliğinin değiştirilmesi, kanuni prosedüre uygun olmayarak ithal edilip yurda kaçak sokulması halinde ve elde bulunan orijinal emtianın ne şekilde bulundurulduğunun ispat edilmemesi durumunda, bu eylemler markaya tecavüz teşkil eder. Davalının eylemleri bu nitelikte değildir. Tek satıcılık sözleşmesi, taraflarına hak ve mükellefiyet yükler, üçüncü kişilere yükümlülük getirmez. Söz konusu sözleşme, tek satıcıya o bölgede tekel hakkı tanır. Tek satıcının bu hakkını üçüncü kişilere karşı haksız rekabet yoluyla koruması kural olarak mümkün değildir. Tek satıcılık sözleşmesi, aynı malı Türkiye'de yasal yollardan menşe ülkesinden ithal edip satan kişileri haksız rekabet kuralları uyarınca men edilmesine neden olmaz. Somut olayda davalı taraf, davacı tarafından lisans sözleşmesine dayanarak yurt içine ithal ederek pazarladığı ihtilaf konusu markalı ayakkabıların aynısını ( orijinalini ) yurt içine yasal düzenlemeye uygun olarak ithal ettiğini ve kendisinin de buna dayalı olarak piyasaya sürerek satış yaptığını savunduğuna göre, mahkemenin inceleme yapıp karar vermesi gerekirken, eksik inceleme ile karar tesisi bozma nedenidir.

DAVA : Taraflar arasındaki davanın Ankara 2. Asliye Ticaret Mahkemesi'nce görülerek verilen 30.12.1998 tarih ve 1996/600-1998/1 142 sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi A. S. tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra, işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, müvekkili şirketin merkezi Amerika Birleşik Devletleri'nde bulunan D. S. Company ile aralarında imzalamış oldukları 11.1.1993 tarihli sözleşme gereğine, D. marka ev dışı ayakkabıların ve tekstil ürünlerinin Türkiye'de ve KKTC'deki tek temsilcisi ve distribütörü olduğunu, davalı fırmanın hiçbir haklı nedene dayanmaksızın D. markalı ürünlerin mağazalarında satışını yaptığını ileri sürerek, davalının eylemlerinin haksız rekabet oluşturduğunun tespitine, men'ine, hükmün ilanına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, müvekkilinin sözkonusu ayakkabıları ithal yoluyla getirdiğini, davacı ile imalatçı fırma arasındaki anlaşmadan haberdar olmadığını, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, iddia, savunma, dosyadaki kanıtlar ve bilirkişi raporlarına nazaran, davacının D. S. Company fırmasının Türkiye'de tek yetkili temsilcisi olduğunu; "D." markalı ürünlerin satış ve pazar payını artırmak için faaliyetlerde bulunup, masraf yaptığı, davalının imalatçı fırma dışında başka bir fırmadan temin ettiği ürünleri pazarlamasının haksız rekabet oluşturduğu gerekçesiyle davacının haksız rekabetle ilgili taleplerinin kabulü ile davalının D. markalı ayakkabıları satışının önlenmesine, elde edilen ayakkabılardaki "D:'' markalarının sökülmesine, bunun mümkün olmaması halinde, ayakkabıların imhasına, hüküm özetinin ilanına karar verilmiştir.

Karar, davalı vekilince temyiz edilmiştir.

Dava konusu uyuşmazlığın çözümünde doğru bir sonuca varılabilmesi için somut olayın markalar hakkındaki KHK ve haksız rekabet kuralları karşısındaki durumun incelenmesi gerekir.

556 sayılı KHK'nin 9/II. maddesinin ( c ) bendinde, markayı taşıyan malın ithali veya ihracının, münhasıran marka sahibine ait bir yetki olduğu gösterilmiştir. Dolayısıyla bu markanın aynı ya da benzeri olan bir işareti taşıyan malların bir başka kişi tarafından ithali ya da ihracı, ilke olarak marka hakkına tecavüz teşkil edecektir ( KHK 61/a ). KHK'nin 9/II. maddesinin ( c ) bendi ile Türk iç pazarına hiç sunulmamış olan malların ithali veya ihracının marka hakkına tecavüz oluşturacağı kabul edilmiştir. Marka sahibi veya onun izni ile tek satıcı veya münhasır lisans hakkı sahibi tarafından markalı emtia Türk iç pazarına ithal edilip sunulmasından sonra, aynı markalı malın 3. kişiler tarafından yurt dışından ithali halinde durumun ne olacağının tartışılması gerekir.

556 sayılı KHK'nin 13/1 ve bu maddenin mehazı olan 89/104 Sayılı Yönerge'nin 7.1 maddesinde "marka sahibi tarafından veya onun izni ile markayı taşıyan malların piyasaya sunulmasından sonra marka sahibi, markanın bu mallarla ilgili olarak kullanılmasını yasaklayamaz" hükmü getirilmiştir. Buna uygulamada ve yasal düzenlemede marka hakkının tüketilmesi kavramı denilmektedir. Bu ilkenin uygulanabilmesi için yukarıda da değinildiği üzere tescilli markayı taşıyan malların marka sahibi tarafından veya onun izni ile Türkiye'de piyasaya sunulmuş olması gerekir. Markalı malların Türkiye'de piyasaya sunulmasından sonra marka hakkı sahibi, bu malları yurt dışına satar ( veya yurt dışında menşe ülkeden başka bir ülkede üretirse ) bunların üçüncü kişiler tarafından yurt dışından satın alınarak Türkiye'ye ithaline ( paralelimport ) engel olamaz. Aynı ilke yabancı markayı taşıyan malların Türkiye'de tek satıcısı ( münhasır lisans sahibi ) durumunda olan ve marka sahibinin izniyle bu markayı adına tescil ettirmiş bulunan kişi bakımından da geçerlidir. Ancak, KHK'nin 13/II. maddesi uyarınca marka sahibi, malların piyasaya sunulmasından sonra üçüncü kişiler tarafından başka ülkelerden ithalinden sonra değiştirilerek veya kötüleştirilerek malın özgün niteliğinin değiştirilerek, ticari amaçla kullanılması halinde, bunu önleme yetkisine sahiptir ( bkz. Prof. Dr. Sabih Arkan, Marka Hakkının Tüketilmesi, Prof. Dr. Ali Bozer'e Arınağan, s.202 vd ).

Bu ilkelere göre, davacı gözlükleri ile ayniyet arz eden orijinal vasıfta olup, taklit olmayan ayakkabılar, kanuni prosedüre uygun olarak menşe ülkesinden başka ülkelerde üretilip, o ülkelerden Türkiye'ye ithal edilmesi halinde, ithalatçı tarafından satılması veya ithalatçı firmadan fatura karşılığı satın alınıp, satışa arz edilmesi halinde, 556 sayılı KHK'nin 9/II. maddesi uygulanmayacaktır.

Türkiye'de veya yurt dışında taklidi imal ve ithal edilip satılan veya yurt dışından orijinal ithal edilmekle birlikte, Türkiye'de değiştirilerek veya kötüleştirilerek malın özgün niteliğinin değiştirilmesi, kanuni prosedüre uygun olmayarak ithal edilip yurda kaçak sokulması halinde ve elde bulunan orijinal emtianın ne şekilde bulundurulduğunun kanıtlanmaması durumunda bu eylemler marka hakkına tecavüz teşkil edecektir.

Nitekim yukarıda sözü edilen grup muafıyet tebliği hükümlerinin 3. maddesinde de getirileıi muafiyetin, tek elden satım anlaşmalarında taraf olanlar yani ( sağlayıcı ) ile ( tek elden dağıtıcı ) ilişkisi bakımından getirildiği açık bir şekilde hükme bağlandığı anlaşılmaktadır. Mahkemece bu tebliğe yanlış anlam verilerek, tebliğ kapsamında kalmayan davalı üçüncü kişi bakımından uygulanması da isabetli görülmemiştir.

Durumun tek satıcılık veya münhasır lisans sözleşmesi bakımından özelliklerine gelince; burada özellikle tek satıcılık kavramı üzerinde de durmak gerekir. Öğretide benimsendiği üzere tek satıcılık sözleşmesi yapımcı ile tek satıcı arasındaki hukuki ilişkileri düzenleyen, çerçeve niteliğinde ve sürekli bir sözleşmedir. Bu sözleşme ile yapımcı ürünlerinin tamamını veya bir kısmını belirli bir bölgede tekele sahip olarak satmak üzere tek satıcıya bedeli karşılığında göndermeyi, buna karşılık tek satıcı da sözleşme konusu malları kendi adına ve hesabına satarak bu malların sürümünü artırmak için faaliyette bulunmayı yükümlenir ( bkz. Prof. Dr. Haluk Tandoğan, Borçlar Hukuku, Özel Borç İlişkileri, c.l/l, Ankara, 1985, s.27 vd ). Tek satıcılık sözleşmesinde kural olarak edimler ve yükümlülükler bu sözleşmenin tarafları arasında yani yapımcı ile tek satıcı arasında karşılıklı olup, üçüncü kişilere herhangi bir yükümlülük getirmez. Zira, tek satıcıya o bölgedeki tekel hakkını tanımak ve bu olanağı sağlamak yapımcıya düşen bir akdi yükümlülük olmaktadır. O halde, tek satıcının bu hakkını 3. kişilere karşı haksız rekabet yolu ile koruması kural olarak mümkün değildir. Ayrıca, tek satıcının Türkiye'de reklam yapmak suretiyle pazar sağlaması, tamir, bakım sağlaması da Türkiye'de aynı malı yasal yollardan menşe ülkesinden başka ülkelerden ithal edip satan kişilerin haksız rekabet kuralları uyarınca men edilmesine neden teşkil etmez.

Dava konusu olayda da davalı taraf, davacı tarafından lisans sözleşmesine dayanarak yurt içine ithal ederek pazarladığı yukarıda markaları anılan ayakkabıların aynısının ( orijinalinin ) yurt içine yasal düzenlemeye uygun olarak ithal edildiğini ve kendisinin de buna dayalı olarak piyasaya sürerek satış yapıldığını savunduğuna göre, mahkemece yukarıda anılan ilkeler doğrultusunda araştırma ve inceleme yapılmadan eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.

SONUÇ : Yukarıda yazılı gerekçelerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davalı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 14.6.1999 tarihinde, oybirliği ile karar verildi.

T.C.

YARGITAY

11. HUKUK DAİRESİ

E. 2000/7381

K. 2000/8746

T. 9.11.2000

• MARKA TESCİLİNDEN DOĞAN HAKLARIN TÜKETİLMESİ ( O Markayı Taşıyan Malın Sonraki Satışlarına Marka veya Lisans Sahibinin Müdahale Etme Hakkının Ortadan Kalkacağı )

• MARKA VEYA LİSANS SAHİBİ ( Marka Tescilinden Doğan Hakların Tüketilmesi - O Markayı Taşıyan Malın Sonraki Satışlarına Müdahale Etme Hakkının Ortadan Kalkacağı )

• LİSANS SAHİBİ ( Marka Tescilinden Doğan Hakların Tüketilmesi - O Markayı Taşıyan Malın Sonraki Satışlarına Müdahale Etme Hakkının Ortadan Kalkacağı )

KHK-556/m.9/2,13/1-2,61/a

6762/m.56

ÖZET : Markalı bir ürün, marka sahibi veya onun izni ile münhasır lisans sahibi tarafından piyasaya sürülünce,marka tescilinden doğan hak, tüketilmiş olmakta, artık o markayı taşıyan malın sonraki satışlarına davacının ( marka veya lisans sahibi ) müdahale etme hakkı ortadan kalkmaktadır. Ancak marka sahibi, malın piyasaya sunulmasından sonra, üçüncü kişiler tarafından değiştirilerek veya kötüleştirilerek ticari amaçlı kullanılmasını önleme yetkisine sahiptir.

DAVA : Taraflar arasındaki davanın ( Isparta Asliye Birinci Hukuk Mahkemesi )nce görülerek verilen 27.4.2000 tarih ve 1997/104-2000/239 sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dava dosyası için tetkik hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, Fransız firması adına marka tescilli ve Türkiye'de lisans hakkı müvekkiline ait ""Naf Naf"" markalı hazır giyim eşyalarının yetkili bayi olmadığı halde davalı tarafından, üstelik düşük fiyatla satıldığını, satışa arzetmenin ve şahsi ihtiyaçtan başka her ne sebeple olursa olsun bulundurmanın haksız rekabet oluşturduğunu ileri sürerek, haksız rekabetin tespiti ve önlenmesine, satışın yasaklanmasına, önlenmesine, hükmün ilanına, yoksun kalınan kar olarak 6 milyar TL. maddi tazminat ile 100 milyon TL. manevi tazminata faiziyle birlikte karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, dava konusunu markalı malların pek çok yerde satıldığını, müvekkilinin bu yerlerden fatura ile satın alıp satışa sunduğunu, davacının dayandığı sözleşmede bunu engelleyen bir hüküm yer almadığını savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, toplanan kanıtlar, benimsenen bilirkişi raporu doğrultusunda davalının işyerinde belirtilen markalı çok miktarda malın satışa sunulduğu, davalı şirket defterlerinde kayıtlı alış fiyatı üzerinden % 40 kar eklenerek ve % 20 maliyet indirimi yapılarak davalının malları satmış olması varsayımı ile davacının yoksun kaldığı kar miktarının 889.616.000 TL. olarak belirlendiği, böylece davalının haksız kazanç elde ettiği gerekçeleriyle, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.

1- Davacı, davalının yetkili satıcı olmadığı halde ""Naf Naf"" markalı ürünleri düşük fiyatla satmasının ve şahsi ihtiyaçtan fazla her ne suretle olursa olsun elinde bulundurmasının haksız rekabet oluşturduğunu ileri sürerek bu davayı açmış olup, davalının markayı taklit ettiğini iddia ve ispat etmiş değildir.

Davacı, dava dışı T... Limited Şirketi ile yetkili satıcılık sözleşmesi yapmış olup malların bu şirket tarafından ilk defa satışa sunulmasından sonra piyasaya yayıldığı anlaşılmaktadır. Davalı taraf, dava dışı A... Tekstil Limited Şirketi'nden aynı markayı taşıyan ürünleri satın aldıktan sonra kendi mağazasında aldığı şekliyle olduğu gibi satışa sunduğunu savunmuş, fatura ibraz etmiş ve eyleminin haksız rekabet oluşturmadığını ileri sürmüştür.

556 sayılı K.H.K.nin 13/1. ve bu maddenin mehazı olan Avrupa Topluluğu konseyi üye devletlerin markalarına ilişkin hükümlerin uyumlaştırılmasına ilişkin 89/104 sayılı Yönergenin 7.1. maddesinde ""marka sahibi tarafından veya onun izni ile markayı taşıyan malların piyasaya sunulmasından sonra marka sahibi, markanın bu mallarla ilgili olarak kullanılmasını yasaklayamaz"" hükmü getirilmiştir. Buna ""Marka tescilinden doğan hakların tüketilmesi"" denmektedir. Markalı bir ürün, marka sahibi ya da somut olayda olduğu gibi onun izni ile münhasır lisans sahibi tarafından piyasaya sürülünce, hak tüketilmiş olmakta, artık o markayı taşıyan malın sonraki satışlarına davacının müdahale etme hakkı ortadan kalkmaktadır. Dolayısıyla aynı K.H.K.'nin 9/2 ve 61/a maddelerine dayanılarak marka hakkına tecavüz iddiası dahi dinlenemeyeceği gibi, davalı eylemini haksız rekabet olarak nitelendirmek de mümkün olmayacaktır. Ancak, aynı K.H.K.'nin 13/2 maddesi uyarınca marka sahibi, malın piyasaya sunulmasından sonra, üçüncü kişiler tarafından değiştirilerek veya kötüleştirilerek ticari amaçlı kullanılmasını önleme yetkisine sahiptir.

Öte yandan, münhasır lisans ( tek satıcılık ) sözleşmesi, yapımcı ( sağlayıcı ) ile tek satıcı ( tek elden dağıtıcı ) arasındaki hukuki ilişkileri düzenleyen, çerçeve niteliğinde ve sürekli bir sözleşme olup, yapımcı ( bu davada davacı ) ürünlerinin tamamını veya bir kısmını belirli bir bölgede tekele sahip olarak satmak üzere tek satıcıya ( davada dava dışı T... Limited Şirketi ) bedeli karşılığında göndermeyi, buna karşılık tek satıcı da sözleşme konusu malları kendi adına ve hesabına satarak malların sürümünü arttırmak için faaliyette bulunmayı yüklenir. ( Bak. Prof. Dr. Haluk Tandoğan, Borçlar Hukuku, Özel Borç ilişkileri, C.1/1, Ank. 1985, Sh. 27 vd. ) Sözleşmenin nispiliği ilkesi uyarınca üçüncü kişiye herhangi bir yükümlülük getirilemez. O halde, davacının üçüncü kişilere karşı haksız rekabet hükümlerinden yola çıkılarak korunması mümkün değildir.

Somut olayın yukarıda yapılan açıklamalar ışığında irdelenmesi ve davalı savunması delilleri üzerinde durularak, davalı eylemin 556 sayılı KHK'nin hükümlerine ve TTK.nun 56. vd. maddelerinde yazılı yasal düzenlemelere aykırılık teşkil edip etmediğine bakılmak, sonucuna göre karar verilmek gerekirken, eksik inceleme sonucu yazılı gerekçelerle davanın kabulü, bozmayı gerektirmiştir.

2- Yukarıda açıklanan bozma neden ve şekline göre, davalı vekilinin hükmedilen miktara ilişkin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda 1 nolu bentte açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davalı yararına ( BOZULMASINA ), 2 nolu bentte açıklanan nedenlerle diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, ödediği temyiz peşin harcının isteği halinde temyiz edene iadesine, 9.11.2000 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

11. HUKUK DAİRESİ

E. 2003/3497

K. 2003/10648

T. 10.11.2003

• TESCİL DAVETİNE UYMAMA ( Tescile Davete Uymamayan Davalının TTK Hükümleri Uyarınca Cezalandırılmasının Talep Edilmesi )

• TARAF EHLİYETİ ( Bu Tür Davaların Ticaret Sicili Memurluğunca Açılması Gerektiğinin Dikkate Alınmasının Gerekmesi )

• CUMHURİYET BAŞSAVCISININ CEZA DAVASI AÇMA YETKİSİ ( Hukuk Mahkemesine Açılan İş Bu Davaya Cumhuriyet Başsavcılığının Bakmasının Hatalı Olduğunun Kabul Edilmesinin Gerekmesi )

6762/m.12,35,42,53

5590/m.9

ÖZET : Somut olaydaki davanın, TTK.nun 35/2 nci ve 3 ncü, Ticaret Sicil Tüzüğü'nün 40/3 ncü ve 4 ncü fıkra hükümlerindeki açık düzenleme karşısında, ticaret sicil memurluğunca açılması gerekirken, aynı zamanda suç oluşturan eylemler bakımından, TTK.nun 53 ncü madde ve aynı Tüzüğü'nün 39/son fıkra hükümlerindeki açık düzenleme karşısında, ancak ceza davası açma yetkisi bulunan Cumhuriyet Başsavcılığı'nca, hukuk mahkemesine açılan işbu hukuk davasına bakılması doğru olmamıştır.

DAVA : Taraflar arasında görülen davada Gümüşhane Asliye Hukuk Mahkemesi'nce verilen 27.09.2002 tarih ve 2002/32-2002/184 sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi davalı tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Salih Çelik tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Gümüşhane Cumhuriyet Başsavcılığı, düzenlediği davanamede, davalının merkezi Kelkit'te bulunup ta, Gümüşhane'de gazete bayiliği ve dağıtım işleri için işlettiği şubesinin, TTK.nun 12 nci ve 5590 sayılı Kanun'un 9 ncu madde hükümlerindeki nitelikleri haiz bulunduğunu, Gümüşhane Ticaret Sicil Müdürlüğü'nün tescile davetine davalının uymadığını ileri sürerek, davalının şubesinin ticaret siciline tescilini ve TTK.nun 35 nci maddesi uyarınca cezalandırılmasını talep ve dava etmiştir.

Davalı, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, dosya kapsamına göre, TTK.nun 42 nci maddesi gereğince davanın kabulüne, sicil memurluğunca istem bulunmadığından ceza tertibine yer olmadığına karar verilmiştir.

Kararı, davalı temyiz etmiştir.

1-Böyle bir davanın, TTK.nun 35/2 nci ve 3 ncü, Ticaret Sicil Tüzüğü'nün 40/3 ncü ve 4 ncü fıkra hükümlerindeki açık düzenleme karşısında, ticaret sicil memurluğunca açılması gerekirken, aynı zamanda suç oluşturan eylemler bakımından, TTK.nun 53 ncü madde ve aynı Tüzüğü'nün 39/son fıkra hükümlerindeki açık düzenleme karşısında, ancak ceza davası açma yetkisi bulunan Cumhuriyet Başsavcılığı'nca, hukuk mahkemesine açılan işbu hukuk davasına bakılması doğru olmamıştır.

2-Bozma neden ve şekline göre, davalının temyiz itirazlarının incelenmesine gerek görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) nolu bentte açıklanan nedenlerle, hükmün BOZULMASINA, ( 2 ) nolu bentte açıklanan nedenlerle, davalının temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 10.11.2003 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

11. HUKUK DAİRESİ

E. 1998/7997

K. 1999/2098

T. 12.3.1999

• MARKA HAKKINA TECAVÜZ ( Haksız rekabet )

• LİSANS HAKKINA TECAVÜZ ( Haksız rekabet )

• HAKSIZ REKABETİN TESBİTİ ( Marka ve Lisans hakkına tecavüz )

• MÜNHASIR TİCARİ MARKA LİSANS SÖZLEŞMESİ

• MARKA SİCİLİNE TESÇİL ( Münhasır Ticari Marka Lisans Sözleşmesi )

• TEK SATICI HAKKI

• MARKA HAKKININ TÜKETİLMESİ

• PARALELLİMPORT ( Haksız rekabet )

• REKABETİN KORUNMASI

KHK-556/m.9/II,13/1

4045/m.5

ÖZET : 1. Münhasır ticari marka Lisans sözleşmesine konu olan malın, marka sahibi veya onun izni ile tek satıcı veya münhasır lisans hakkı sahibi tarafından Türk iç pazarına sunulmadan, 3. kişi tarafından ithali marka hakkına tecavüz oluşturur.

2. Markalı malların Türkiye'de piyasaya sunulmasından sonra marka hakkı sahibi, bu malları yurt dışına satar ( veya yurt dışında menşe ülkeden başka bir ülkede üretirse ) bunların 3. kişiler tarafından yurt dışından satın alınarak Türkiye'ye ithaline ( paralel import ) engel olamaz.

3. Bu durumda marka sahibi ancak,malın ithalinden sonra değiştirilerek veya kötüleştirilerek özgün niteliği bozularak ticari amaçla kullanılması halinde bunu önleme yetkisine sahiptir.

DAVA ve KARAR:

Taraflar arasındaki İstanbul 3. Asliye Ticaret Mahkemesince görülerek verilen 1.6.1998 tarih ve 468 - 955 sayılı kararın Yargıtay incelemesi duruşmalı olarak davalı vekili tarafından istenmiş olmakla Dava dosyası için Tetkik Hakimi Harun Kara tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ KARARI:

Davacı vekili, müvekkilinin dava dışı İtalyan şirketi DERİGO SPA ya ait tüm Dünyada ve Türkiye'de tescilli Police, Sting ve Vogart markalarının Türkiye distribütörü ve lisans hakkı sahibi olduğunu, dolayısıyla bu markalı ürünlerin Türkiye'de satım ve dağıtım işinin müvekkiline ait olduğunu, davalının da aynı markalı gözlükleri her nasılsa temin edip pazarladığım, bu hususun müvekkilinin marka ve lisans haklarına tecavüz oluşturduğunu ileri sürerek, haksız rekabetin tespit ve men'ine, davalı elindeki ürünlerin toplatılmasına, ilana karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili cevabında, iddianın hangi hukuku temele dayandırıldığının açık olmadığını, davacıya tekel hakkı tanıyan bir sözleşme bulunmadığını, orijinal ve mevzuata uygun olarak ithal edilen malların satış ve pazarlanmasında yasaya aykırılık bulunmadığını, rekabetin önlenmesi hakkındaki yasa hükümlerine göre böyle bir iddianın dinlenemeyeceğini savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia ve savunmaya, toplanan delillere, bilirkişi raporuna nazaran, davacı ile üretici İtalyan firması arasındaki tek satıcılık sözleşmesi gereğince sözleşme konusu markayı taşıyan ürünlerin başkası tarafından ithal ve pazarlanmasının haksız rekabet teşkil ettiği, uyuşmazlık konusu ürünlerin Rekabetin Korunması Hakkındaki Kanun ve buna ilişkin tebliğ hükümlerinin getirdiği muafiyet kapsamında olduğu gerekçesi ile davanın kabulüne, haksız rekabet konusu "Police" marka gözlüklerin toplanmasına ve ilana karar verilmiştir.

Karar, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacının münhasır lisans sözleşmesi yaptığı "Police" "Vogart" ve "Sting" gözlüklerinin DE Rigo SPA adına Dünya'nın bir çok ülkesinde tescilli olduğu, bunlardan "Police" markalı gözlüğün 12.8.1991 tarih ve 131645 numara ile, "Vogart" markasının 12.8.1991 tarihinde 130864 numara ile "Sting" markasının 29.10.1993 tarihinde 147732 numara ile ve 10 yıl geçerli olmak üzere Türkiye'de marka siciline tescil edildiği De Rigo SPA ( Lisans veren ) ile davacı Sesa Dış Ticaret - Semih Saraçoğlu ( Lisans alan ) arasında 5.6.1996 tarihinde münhasır Ticaret Marka Lisans Sözleşmesi yapıldığı ve bu anlaşmanın feshedilmedikçe her yıl kendiliğinden yenilendiği, bu sözleşme gereği mezkür markalı ürünlerin Türkiye'ye ithali ve bütün Türkiye sathında pazarlama tanıtım ve reklamının davacı firma tarafından yapılacağı, lisans sözleşmesine göre bu markalara karşı haksız rekabet ve markaya tecavüz hallerinde davacının tek başına dava açabileceği ve bu lisans sözleşmesinin TPE ye tescil ettirildiği anlaşılmaktadır.

Kadıköy 17. Nüterliği'nin tesbitine, davacı vekilinin 19.9.1997 tarihli dilekçesinin 4. bendine ve bilirkişi görüşüne göre davalı tarafından piyasaya satış için sunulan gözlüklerin tümünün 1996 ve 1997 model olup 1996 ve 1997 kreasyonuna ait mallar olduğu, davalının dükkanında sattığı "Police" markalı gözlükler ile davacının Lisans sahibi bulunduğu "Police" markalı gözlüklerin gözlük numunesi, kılıfı, şekil, ebat, dizayn bakımından davacı numunesi ile aynılık gösterdiği tartışmasız bulunmaktadır. Davacı vekili dava dilekçesinde ve aşamalardaki açıklamalarında "Police" markalı güneş gözlüklerinin Türkiye'de münhasır lisans sahibi olduğunu, bu gözlüklerin Türkiye'ye ithalatının ve pazarlama yetkisinin kendilerinde bulunduğunu, müvekkilinden izin alınmadan bu gözlüklerin menşe ülkesinin dışında başka ülkelerden ithalinin ve Türkiye'de satılmasının mümkün olmadığını, davalının davacıya ait police markalı güneş gözlüklerinden aynısını kendilerinden satın alınmadan ve muvafakatleri dışında pazarladığını ileri sürerek bu eyleminin markaya tecavüz ve haksız rekabet teşkil ettiğini ileri sürmüştür.

Dava konusu uyuşmazlığın çözümünde doğru bir sonucu varılabilmesi için somut olayın markalar hakkındaki K.H.K. ve haksız rekabet kuralları karşısındaki durumun incelenmesi gerekir.

556 sayılı K.H.K. nin 9/II maddesinin ( c ) bendinde, markayı taşıyan malın ithali veya ihracının, münhasıran marka sahibine ait bir yetki olduğu gösterilmiştir. Dolayısıyla bu markanın aynı ya da benzeri olan bir işareti taşıyan malların bir başka kişi tarafından ithali ya da ihracı, ilke olarak marka hakkına tecavüz teşkil edecektir. ( K.H.K.61/a ). K.H.K. nin 9/II maddesinin ( c ) bendi ile Türk iç pazarına hiç sunulmamış olan malların ithali veya ihracının marka hakkına tecavüz oluşturacağı kabul edilmiştir.

Marka sahibi veya onun izni ile tek satıcı veya münhasır lisans hakkı sahibi tarafından markalı emtia Türk iç pazarına ithal edilip sunulmasından sonra aynı markalı malın 3. kişiler tarafından yurt dışından ithali halinde durumun ne olacağının tartışılması gerekir.

556 sayılı K.H.K. nin 13/1 ve bu maddenin mehazı olan 89/104 Sayılı Yönerge'nin 7.1 maddesinde "marka sahibi tarafından veya onun izni ile markayı taşıyan malların piyasaya sunulmasından sonra marka sahibi, markanın bu mallarla ilgili olarak kullanılmasını yasaklayamaz" hükmü getirilmiştir. Buna uygulamada ve yasal düzenlemede marka hakkının tüketilmesi kavramı denilmektedir.

Bu ilkenin uygulanabilmesi için yukarıda da değinildiği üzere tescilli markayı taşıyan malların marka sahibi tarafından veya onun izni ile Türkiye'de piyasaya sunulmuş olması gerekir. Markalı malların Türkiye'de piyasaya sunulmasından sonra marka hakkı sahibi, bu malları yurt dışına satar ( veya yurt dışında menşe ülkeden başka bir ülkede üretirse ) bunların üçüncü kişiler tarafından yurt dışından satın alınarak Türkiye'ye ithaline ( paralel import ) engel olamaz.

Aynı ilke yabancı markayı taşıyan malların Türkiye'de tek satıcısı ( münhasır lisans sahibi ) durumunda olan ve marka sahibinin izniyle bu markayı adına tescil ettirmiş bulunan kişi bakımından da geçerlidir. Ancak, K.H.K. nin 13/II maddesi uyarınca marka sahibi, malların piyasaya sunulmasından sonra üçüncü kişiler tarafından başka ülkelerden ithalinden sonra değiştirilerek veya kötüleştirilerek malın özgün niteliğinin değiştirilerek ticari amaçla kullanılması halinde bunu önleme yetkisine sahiptir. ( Bak. Prof. Dr. Sabih Arkan, Marka Hakkının Tüketilmesi, Prof. Dr. Ali Bozer'e Armağan sh. 202 vd ).

Bu ilkelere göre, davacı gözlükleri ile ayniyet arz eden orijinal vasıfta olup taklit olmıyan gözlükler, kanuni prosedüre uygun olarak menşe ülkesinden başka ülkelerde üretilip o ülkelerden Türkiye'ye ithal edilmesi halinde, ithalatçı tarafından satılması veya ithalatçı firmadan fatura karşılığı satın alınıp satışa arz edilmesi halinde 556 sayılı K.H.K. nin 9/II, c maddesi uygulanmıyacaktır.

Türkiye'de veya yurt dışında taklidi imal ve ithal edilip satılan veya yurt dışından orijinal ithal edilmekle birlikte Türkiye'de değiştirilerek veya kötüleştirilerek malın özgün niteliğinin değiştirilmesi, kanuni prosedüre uygun olmıyarak ithal edilip yurda kaçak sokulması halinde ve elde bulunan orijinal emtianın ne şekilde bulundurulduğunun kanıtlanmaması durumunda bu eylemler marka hakkına tecavüz teşkil edecektir.

Öte yandan, mahkemece davanın kabulüne dayanak yapılan hukuki nedenlerden biri de, Rekabetin Korunması Hakkındaki 4054 sayılı Kanun'un 5 nci maddesi hükmüne dayanılarak Rekabet Kurulu'nca çıkartılmış bulunan Tek Elden Dağıtım Anlaşmalarına ilişkin 1997/3 sayılı Grup Muafiyeti Tebliği'dir. Anılan yasa hükmüne göre, Rekabet Kurulu gerek istem üzerine ve gerekse grup içinde mutalaa edilebilen teşebbüsler bakımından, yine bu yasa hükmünde öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde, teşebbüsler arası anlaşma veya uyumlu eylemler hakkında sözü geçen yasanın 4 ncü maddesindeki yasaklamalar dışında tutabilen karar verebileceği gibi, aynı amaçla gruplar bakımından tebliğ de yayımlayabilir.

Bu tür karar veya tebliğler o karar veya tebliğ kapsamında kalan teşebbüsler bakımından sonuç doğururlar. Yoksa, bu karar ve tebliğler üçüncü kişilerin bu tebliğ veya karar kapsamında kalan teşebbüslerle olan ilişkilerinde yasaklayıcı veya rekabeti önleyici hükümler getirilemez.

Nitekim yukarda sözü edilen grup muafiyet tebliğe hükümlerinin 3 ncü maddesinde de getirilen muafiyetin, tek elden satım anlaşmalarında taraf olanlar yani ( sağlayıcı ) ile ( tek elden dağıtıcı ) ilişkisi bakımından getirildiği açık bir şekilde hükme bağlandığı anlaşılmaktadır. Mahkemece bu tebliğe yanlış anlam verilerek, tebliğ kapsamında kalmayan davalı üçüncü kişi bakımından uygulanması da isabetli görülmemiştir.

Durumun tek satıcılık veya münhasır lisans sözleşmesi bakımından özelliklerine gelince; burada özellikle Tek Satıcılık kavramı üzerinde de durmak gerekir. Öğretide benimsendiği üzere tek satıcılık sözleşmesi yapımcı ile tek satıcı arasındaki hukuki ilişkileri düzenliyen, çerçeve niteliğinde ve sürekli bir sözleşmedir.

Bu sözleşme ile yapımcı ürünlerinin tamamını veya bir kısmını belirli bir bölgede tekele sahip olarak satmak üzere tek satıcıya bedeli karşılığında göndermeyi, buna karşılık tek satıcı da sözleşme konusu malları kendi adına ve hesabına satarak bu malların sürümünü artırmak için faaliyette bulunmayı yükümlenir. ( Bak.Prof.Dr.Haluk Tandoğan, Borçlar Hukuku, Özel Borç İlişkileri, C.1/1, Ank.1985 sh.27 vd. ). Tek satıcılık sözleşmesinde kural olarak edimler ve yükümlülükler bu sözleşmenin tarafları arasında yani yapımcı ile tek satıcı arasında karşılıklı olup, üçüncü kişilere herhangi bir yükümlülük getirmez. Zira, tek satıcıya o bölgedeki tekel hakkını tanımak ve bu olanağı sağlamak yapımcıya düşen bir akdi yükümlülük olmaktadır. O halde, tek satıcının bu hakkını 3. kişilere karşı haksız rekabet yolu ile koruması kural olarak mümkün değildir. Ayrıca, tek satıcının Türkiye'de reklam yapmak suretiyle Pazar sağlaması, tamir, bakım sağlaması da Türkiye'ye aynı malı yasal yollardan menşe ülkesinden başka ülkelerde ithal edip satan kişilerin haksız rekabet kuralları uyarınca men edilmesine neden teşkil etmez.

Dava konusu olayda da davalı taraf, davacı tarafından lisans sözleşmesine dayanarak yurt içine ithal ederek pazarladığı yukarıda markaları anılan gözlüklerin aynısının ( orijinalinin ) yurt içine yasal düzenlemeye uygun olarak ithal edildiğini ve kendisininde buna dayalı olarak piyasaya sürerek satış yaptığını savunduğuna göre, mahkemece yukarıda anılan ilkeler doğrultusunda araştırma ve inceleme yapılmadan eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.

SONUÇ: Yukarıda yazılı gerekçelerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davalı yararına BOZULMASINA, oybirliğiyle karar verildi.

No comments: